Forum Magarula
bakara suresi 6....10 Uyeols10
SİTEMİZE ÜYE OLARAK
1) yorum yazabilir,
2) haber gönderebilir,
3) üye listesine erişebilir,
4) diğer üyelerle yazışabilir,
5) forumlara katılabilir,
6) günlük yaratabilir,
7) ve daha pak çok özeliklerden faydalanabirsiniz,
Magarula forum hayırlı günler diler sevgi ve sagılarımızla
BARKALA

Join the forum, it's quick and easy

Forum Magarula
bakara suresi 6....10 Uyeols10
SİTEMİZE ÜYE OLARAK
1) yorum yazabilir,
2) haber gönderebilir,
3) üye listesine erişebilir,
4) diğer üyelerle yazışabilir,
5) forumlara katılabilir,
6) günlük yaratabilir,
7) ve daha pak çok özeliklerden faydalanabirsiniz,
Magarula forum hayırlı günler diler sevgi ve sagılarımızla
BARKALA
Forum Magarula
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
"Eskiden iyilik yaparlardı söylemezlerdi. Sonra hem yapmaya hem de söylemeye başladılar. Şimdi ise yapmıyorlar fakat söylüyorlar.* Ömer bin Hâris (Rahmetullahi aleyh)

Aşağa gitmek
admin
admin
kulanıcılar
bakara suresi 6....10 Shanex10
bakara suresi 6....10 Shanex10
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 997

Kişi sayfası
imam şamil: 1
https://magarula.forum.st

uyuma bakara suresi 6....10

C.tesi Ağus. 14, 2010 2:20 pm
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ

İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).

Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü'min olmazlar.

1. inne : muhakkak
2. ellezîne : o kimseler ki, onlar
3. keferû : inkâr ettiler
4. sevâun : eşittir, birdir
5. aleyhim : onlara, onlar için
6. e : mı
7. enzerte-hum : onları uyardın
8. em : yoksa, veya
9. lem tunzir-hum : onları uyarmadın
10. lâ yu'minûne : âmenû olmazlar (Allah'a ulaşmayı dilemezler)
AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm
Mü'min olmak konusunda çok yanlış bir zan bütün toplumu kaplamıştır. Mü'min ve îmân kelimesi aynı kökten gelir. Îmân, inanç demektir. Mü'min de îmân eden yani inanan demektir. Lügat mânâsından hareket ettiğimiz zaman mü'min standardı içine Allah'a inanan herkesin girmesi lâzımdır. İnsanlar böyle düşünüyorlar ve yanılıyorlar. Diyorlar ki: "Ben Allah'a inanıyorum. Îmân inanç demek olduğuna göre mü'min de îmânın sahibi olan olduğuna göre ben îmânın sahibiyim. Öyleyse ben mü'minim. Gideceğim yer cennettir."

Oysaki Kur'ân'da Allahû Tealâ, "Allah'a inananlardan sadece Allah'a ulaşmayı dileyenler cennete, dilemeyenler cehenneme girer." diyor. Yani Allah'a inananlardan bir insan Allah'a ulaşmayı dilemedikçe onun cennete girmesi mümkün değildir.

Allah'a göre mü'min olmak Allah'a inanmak vasfıyla birlikte Allah'a ulaşmayı dileme faktörünü de muhtevasına alır. Allah'a inanan bir kişi sadece Allah'a inanıyor diye hiçbir şekilde Allah'ın cennetine giremez. Bu kişinin Allah'ın cennetine girebilmesi için mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemesi lâzımdır.

Bir kişinin mü'min olabilmesinin temel şartları şöyledir:

Allah'a inanacak,
İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah'a ulaşmasına da inanacak,
Bunun üzerine farz olduğuna da inanacak,
Allahû Tealâ söz vermiş olduğu cihetle, Allah'a ulaşmayı dilerse kendisinin Allah'a ulaşacağına kesin olarak inanacak.

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ

Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).

Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem'î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.

1. hateme : mühürledi
2. allâhu : Allah
3. alâ : üzerine
4. kulûbi-him : onların kalpleri
5. ve : ve
6. alâ : üzerine
7. sem'ı-him : onların işitme hassası
8. ve : ve
9. alâ : üzerine
10. ebsâri-him : onların görme hassası
11. gışâvetun : perde
12. ve : ve
13. lehum : onlarındır, onlar için vardır
14. azâbun : bir azap
15. azîmun : azîm, büyük
AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm
Kâfirlerin müşterek özellikleri kalbin mühürlü olmasıdır ve gördük ki Bakara Suresinin 6. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ kâfirlerin kalplerinin mühürlü olduğunu söylemektedir. Kimlerin kalpleri mühürlüdür? Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'de açıklık getiriyor:

45 / CÂSİYE - 23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

Bu insanlar Allah'ın yoluna giremeyen zavallı insanlardır. Nefslerini, hevalarını kendilerine ilâh edinen, ona tâbî olan, dalâlette olan bu insanların durumunu Allahû Tealâ anlatmaktadır. Allah'a ulaşmayı dilemeyip, nefslerinin hevasına tâbî olanlar, Allah'a ulaşamayı dilemeyen insanların kalpleri mühürlüdür. kalplerindeki işitme hassasının mühürlüdür. bu kişilerin işitemediğini, kalplerindeki basar hassasının gışavet adlı perdeyle kapalı olduğunu ve onların göremeyeceklerini söylemektedir.

Öyleyse kâfir ve mü'min kavramı son derece önemli iki kavram olarak karşımıza çıkmaktadır ve âlimler bu konuda çok yanlış şeyler söylemektedirler. Diyorlar ki: "Allah'a inanan herkes mü'mindir."

Herkese mutlaka tebliğ yapılır. Tebliğe kayıtsız kalanların sem'î (işitme) hassalarına ve kalplerine Allah mühür vurur ve görme (basar) hassalarına gışavet (perde) çeker. Bu sebeplerle onlar işitemezler, göremezler ve idrak edemezler. Onlar Allah'a inanmalarına rağmen kâfirlerdir.

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ

Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bil yevmil âhıri ve mâ hum bi mu’minîn(mu’minîne).

Ve insanlardan bir kısmı derler ki: “Biz Allah'a ve ahiret gününe (hayatta iken ruhun Allah'a ulaşacağı güne) îmân ettik.” Ve onlar mü'min değillerdir.

1. ve min en nâsi : ve insanlardan bir kısmı
2. men : kimse, kişi
3. yekûlu : der, söyler
4. âmennâ : biz îmân ettik
5. billâhi (bi allâhi) : Allah'a
6. ve : ve
7. bi el yevmi el âhıri : sonraki güne, ölümden evvel ruhun Allah'a ulaşacağı güne
8. ve mâ : ve değil
9. hum : onlar
10. bi mu'minîne : mü'minler, mü'min olanlar
AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm
Bir kişi insan ruhunun ölümden evvel Allah'a ulaşabileceğine inanmazsa, ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyemez. Bu dilek yoksa kişi mü'min olamaz.

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ

Yuhâdiûnallâhe vellezîne âmenû, ve mâ yahdeûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).

(Zannederler ki) Allah'ı ve âmenû olanları aldatırlar. Ve onlar, kendilerinden başkasını aldatmazlar ve farkında da olmazlar.

1. allâhe : Allah
2. yuhâdiûne : aldatırlar
3. ve : ve
4. ellezîne : o kimseler, onlar
5. âmenû : îmân ettiler
6. ve : ve
7. mâ yahdeûne : aldatmıyorlar
8. illâ : ancak, sadece
9. enfuse-hum : kendileri
10. ve : ve
11. mâ yeş'urûne : farkında olmazlar, farkına varmazlar
AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm
Buradaki âmenû tabiri bütün Kur'ân-ı Kerim'i ihata eden bir tabir olarak karşımıza çıkar. Âmenû olmak, Allah'a ulaşmayı dilediğiniz noktada başlayan bir vasıftır. Allah'a ruhunu ölmeden Allah'a ulaştırmayı dileyen herkes âmenû olmuştur. Âmenû olmak burada bitmez. Mürşidinize ulaştığınız zaman 2. kademe âmenû olursunuz. Ruhunuzu Allah'a ulaştırdığınız zaman 3. kere âmenû olursunuz. Fizik vücudunuzu Allah'a teslim ettiğiniz zaman 4. kademe âmenû olursunuz. Nefsinizi de Allah'a teslim etiğiniz zaman âmenû olmanın beşinci kademesini elde edersiniz. İhlâsa ulaşarak 6., iradeyi teslim ederek 7. âmenû oluş gerçekleşir.

Yunus Suresinin 63. âyetinde Allah'a ulaşmayı dileyerek âmenû olanların ilk takvanın ve ilk âmenû kademesinin sahibi oldukları ifade buyrulmaktadır. Çünkü cehennemden kurtulmuş ve cennete ehil olmuşlardır.

10 / YÛNUS - 62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?

10 / YÛNUS - 63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

10 / YÛNUS - 64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah'ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.

فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ(maradan) ve lehum azâbun elîmun bi mâ kânû yekzibûn(yekzibûne).

Onların kalplerinde maraz (hastalık) vardır. Allah da bu sebeple onların hastalığını arttırdı. Tekzip etmiş olmaları (Allah'a ulaşmayı yalanlamaları) sebebiyle onlar için elîm bir azap vardır.

1. fî : içinde, vardır
2. kulûbi-him : onların kalpleri
3. maradun : maraz, hastalık
4. fe : o zaman, böylece
5. zâde : artırdı
6. hum : onlar, onlara, onların
7. allâhu : Allah
8. maradan : maraz, hastalık
9. ve : ve
10. lehum : onlar için vardır, onlara vardır
11. azâbun : bir azap
12. elîmun : elîm, acıklı
13. bi mâ : sebebiyle
14. kânû : oldular
15. yekzibûne : yalanlıyorlar
AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm
Kalplerinde maraz olan insanların kalplerinde hastalık vardır. Kalbin kasiyet bağlaması bu hastalığın sebebidir. Kasiyet, hem kararmayı hem de sertleşmeyi ifade eder. Kalpleri yumuşamış ve aydınlanmış olanların kalbi marazdan kurtulur.

22 / HACC - 53: Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî şikâkın baîd(baîdin).
Kalplerinde maraz (hastalık) olan ve kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) olanlara, şeytanın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı Mustakîm'den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır).

57 / HADÎD - 16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.

Kararmış, sertleşmiş, hasta ve maraz kalplerin şifası Allah'a ulaşmayı diledikten sonra zikir yapmaktır. kişi zikir yaparsa nefs tezkiyesini gerçekleştirebilecek yani kalbindeki marazdan kurtulabilecek hale gelir.

Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi mürşidine tâbî olduktan sonra zikir yapınca, "Allah, Allah, Allah" diye Allah'ın ismini tekrar etmeye başlayınca bu kişinin kalbine Allahû Tealâ katından rahmet ve fazl, rahmet ve salâvât isimli iki grup nur gönderilir. Bu nurlar göğse gelirler, gögüsten kalbe açılan yolu takip ederler.

Kalbin mührü açılmış olan kapısına ulaşırlar ve mührün üzerine baskı yaparak mührü kalbin dibine doğru iterler. Ve kalbin içindeki zulmanî kapıya ulaşan mühür, dört tane nurun baskısıyla o kapıyı kilitler ve kilitli tutar. Bu zikir süreci içerisinde o kişinin nefsinin kalbine karanlıkların girmesi mümkün değildir. Buna karşılık bir muhteşem olay tahakkuk eder. Rabbanî kapının üzerindeki mühür aşağı indiği için Rabbanî kapı açılmıştır ve oraya ulaşan rahmet-fazl ve rahmet-salâvât partikülleri kalbin içine dolar. Kalbin içindeki îmân kelimesi bir çekim gücünün sahibidir. Bu çekim gücü kalbe ulaşan fazılları nefsin kalbinin içinde biriktirmeye başlar. Ve bu nurlar îmân kelimesine yapışırlar. Zikir bittiği zaman mühür tekrar Rabbanî kapıya geri döner, zulmanî kapı açılır. Şeytanın karanlıkları kalbe hücum ederler. Ama îmân kelimesinin etrafına yerleşmiş olan fazılları oradan atamazlar. Onlar sağlam bir şekilde bir cazibe merkezine dayalı olarak orada kalacaklardır.

İşte bu, nefsin kalbinin yavaş yavaş fazıllar tarafından işgali demektir. Bunun adı nefs tezkiyesidir. Kalpteki karanlıkların ve sertleşmenin standartlarının yok olması, buradan itibaren nefsin kalbinin kasiyetten ve marazdan korunması bu şartlarda tahakkuk eder. Yerine nur gelir ve yumuşama söz konusu olur.

Ama bir insan Allah'ın yoluna girmedikten başka şeytanın emrettiği istikamette bir ilmin sahibiyse yani insan nefsinin afetlerden temizlenmesi diye bir şeye inanmıyorsa, Allah'ın Zat'ına ruhunu göndermeyi dilemiyorsa o zaman şeytanın dediklerine tâbî olmuş olan bir insandır. Hiçbir zaman cennete ulaşması mümkün değildir. Kalbindeki maraz giderek artacaktır. Kalbi daha çok, daha çok kesif karanlıkları ve sertliği toplayacaktır. Çünkü kalbine şeytan devamlı açık olan kapıdan karanlıkları gönderir ama Rabbanî kapı kapalıdır. Hiçbir zaman kalbin aydınlanması söz konusu değildir. Onun için Allahû Tealâ diyor ki: "Onların kalbindeki karanlıkların ve marazı artırırız ve onlar için cehennemde elim bir azap hazırladık." Sebebi de onlar Allah'a ulaşmayı dilemeyi tekzip etmişlerdir. Allah'a insan ruhunun ölmeden evvel ulaşmasını tekzip etmişler, ahiret gününü yalanlamışlardır.

İşte bu insanlar için tekzip ettikleri, yalanladıkları âyetlerden dolayı Allahû Tealâ onları cehenneme gönderecek ve orada azaplandıracaktır.
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz