herkes aslına dönmek ister
Ptsi Haz. 14, 2010 7:45 pm
Herkes aslına dönmek ister |
Yazan Umut YAVUZ | |
Thursday, 01 November 2007 | |
Seyyah sınırlar ötesinde ilk durağı olan Halep şehrinden ayrılırken kalbinde garip bir gurbet sızısı olduğunu hissetti birden. Gurbet hissine çok alışık değildi hâlbuki. Ama bu coğrafya onun yüreğinde bir sızı oluşturdu ister istemez. Gözyaşı ve kanın oluk oluk aktığı bu diyarlarda ters giden bir şeyler vardı. Mevlevihanelerin bir zamanlar nur saçtığı bu beldeler şimdi haraptı. Tıpkı Suriye’deki Hama ve Humus Mevlevihaneleri gibi... Şimdi yerlerinde yeller esiyordu. Elindeki haritada silik işaretler fark etmişti. Bu eskiden Mevlevihane olup da şimdi haritadan silinen mekânları işaret ediyordu. Bunların sayısı bir hayli fazlaydı aslında. Mekke, Medine, Bağdat, Tebriz, Fas, Cezayir, Belgrad, Niş gibi yerlerde hep böyle silik izler görünüyordu. Haritada Halep’ten sonra en yakın durak ise Şam’dı. Halep’te yaşadığı garip olayların da etkisinde olarak, Şam yoluna koyuldu seyyahımız. Şimdi kendini biraz derviş gibi hissediyordu aslında. Yüreğindeki acı hissin derinleştiğini fark etti. Bir nevi çileye tutulmuştu adeta. “Ayrılık derdini şerh etmek için, ayrılık acısı ile paramparça olmuş bir sine isterim.” mısralarına muhatap olduğunun farkına vardı. Bir amacı vardı, ancak amacının ne olduğunu bilmiyordu henüz. Belki de bunu yolculuğu sırasında keşfedecekti. Bu düşünceler seyyahta bir gerilim oluşturdu. Bu gerilimle adımları sıklaştı. Koşarcasına hareket ediyordu artık. Zira zaman çok azdı. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Halep Şam arasını ışık hızında kat etti. Seyyah Şam gibi büyük bir beldeyi karşısında bütün haşmetiyle bulduğunda sabah güneşi henüz tulu etmişti. Kasyon dağı bir altın gibi parıldar ve adeta seyyaha kucak açmış vaziyetteydi. Şehrin merkezinde, Hicaz demiryolunun bir parçası olan Şam istasyonunun hemen karşısındaydı Mevlevihane ve şu anda bir cami olarak vazife görüyordu. Seyyah tren istasyonunun önünde şöylece bir bekledi. İstasyon şu anda aktif vaziyette değildi. Osmanlı’nın son kudretli padişahlarından Abdulhamid’in çok önemli bir projesiydi bu. Biliyordu ki çalışır vaziyete gelse çok önemli vazifeler görecekti, çünkü bütün Orta Doğu merkezlerini bir birine bağlayan bir damar gibiydi. Tren garının önünde düşünceli bir şekilde beklerken, içerden uzun bir düdük sesi duyuldu ve makinist kılığında biri çıkıverdi birden. Seyyahımızın yanına geldi ve kulağına şu mısraları fısıldadı: Her kesî ez zann-i hud şud yâr-i men Az derûn-i men necust esrâr-i men Herkes kendi zannınca benim dostum oldu, kimse içimdeki gerçek sırları aramadı. Seyyah olduğu yerde donakalmıştı. Mukabele edemedi. Çalışmayan bir tren garından nasıl oldu da düdük sesi gelmiş ve içeriden bir makinist çıkıvermişti. Makinist şaşkınlıktan yerinden kıpırdamayan seyyahımıza “Gerçek sırları aramalısın. Camiye git” dedi ve hızlıca uzaklaştı. Seyyah biraz da ürkerek, doğru eskiden Mevlevihane olan camiye yöneldi. Şems ve Mevlana da Şam’dan geçmişti bir zamanlar. Bunu elindeki kitapçıktan okumuştu seyyahımız. Bu sebeple Şam’da bulunduğu için kendini şanslı hissediyordu. “Ahhh” dedi “Şu Hicaz tren yolunu yeniden çalıştırsalar ve hatta Mevlevihaneleri de yeniden imar etseler”. Şam Mevlevihanesi’ni gezmeye koyuldu daha sonra. Kendisine bir işaret arıyordu her yerde artık. Mevlevihane’den geriye sadece cami kalmıştı. Bir de her yerde aşikar bir şekilde duran ve buranın Mevlevihane olduğunu belli eden sikkeler. Öğlen vakti gelip çatmıştı bu arada. Bütün gece yol yürüyen seyyah, vakit namazını kıldıktan sonra üzerine bir ağırlık çöktüğünü hissetti. Caminin bir köşesinde istirahat etmek istedi, Arap ülkelerinde camilerde uyuyup dinlenmek garip karşılanmıyordu. Çok yorgun olan seyyah, hemen derin bir öğlen uykusuna daldı. İkindiden biraz sonrasına kadar uyudu ve birden telaş içinde uyandı. İlginç bir rüya görmüştü. Rüyasında Filistin’e gidiyordu. Ancak ilginç bir şekilde kendini I. Dünya savaşı sırasında görmüştü. Şam Mevlevihanesi’nden bir grup Mevlevi ile birlikte Filistin cephesine yardıma koşuyordu. Gerçekten de Şam Mevlevihanesi I. Dünya Savaşı sonrasında Filistin cephesine yardıma koşan Gönüllü Mevlevi Taburunun da karargâhı olmuştu. Hemen eli haritasına gitti. Acaba gideceği yerler arasında Filistin toprakları da var mıydı? Kısa sürede haritadan yerini buldu ve fark etti ki Filistin topraklarında, hem de Kudüs’te bir Mevlevihane vardı. Önce Lübnan’daki Trablusşam’a sonra da oraya gidecekti haritaya göre. Ancak hem Lübnan hem de Kudüs savaş bölgesiydi. Bir an tedirginleşti. Korkuya kapıldığını hissetti. Acaba gidebilir miydi? Gitse de ne için gidecekti ki? Henüz amacının ne olduğuna emin değildi. Evet bazı gariplikler yaşamıştı ama bunlar henüz seyyahın kafasında bir cevap oluşturamıyordu. Neden tek tek bu Mevlevihaneleri dolaşıyordu? Neden bu beldelere gidiyordu? Peki şu silik görünen yerlere gitmeyecek miydi? Ya aradığı cevap oralarda ise? Seyyahımız hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti kendini. Neden sonra heybesinden kandili çıkardı ve alaca karanlık bir loşlukta Mevlevihane’nin iç odalarını keşfe koyuldu. Tabii ki kandilin ışığıyla… Kandili nereye tutsa orası nur inmiş gibi bir aydınlığa bürünüyordu. Duvarlarda eski resimler fark etti. Her biri dünya üzerindeki Mevlevihanelerin resimleriydi. Fotoğrafların bazıları yeni ve sapasağlam bazıları ise silik, yırtık ve eskiydi. Bazı çerçeveler ise boştu. Bu sıranın en sonunda ise bir ayet-i kerime yazılı levha asılıydı. Ayet şu şekildeydi: "Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a inananlar imar eder"… Bu Mevlevihane turu seyyahı biraz olsun dinginleştirmişti. Anladı ki; büyük plan şuydu: Haritada işaretli bulunan 14 yere gidilecek. Önce Kahire daha sonra Batı… Sırasıyla Kıbrıs, Felibe, Gözleve, Peç, Bosna, Kosova, Atina ve Girit’e… Buradaki bütün Mevlevihaneler yeniden imar ve inşa edilecek. Mevlevi ruhu yeniden diriltilecek. Daha sonra da sırasıyla haritadaki silik yerlerde bulunan Mevlevihaneler de yeniden inşa edilecek… Böylece dünyanın ihtiyacı olan barış, huzur ve sükun ortamı yeniden sağlanacak… Seyyah bu manevi görevi almış olmanın bilinciyle nice yollar aştı, bunun için uğraştı, didindi… Gelin görün ki bir türlü umduğu gibi gitmedi işler. Mevlevihaneleri yeniden inşa ve imar etmek işe yaramıyordu. Yıllar sonra büyük bir hayal kırıklığı ile memleketi olan Isparta’nın Barla nahiyesinde bir ağacın gölgesinde dinlenirken, şu söz ile karşılaştı: “Mevlana benim zamanımda gelseydi, Risale-i Nur'u yazardı. Ben de Hz. Mevlana zamanında gelseydim Mesnevi'yi yazardım”… Seyyah o zaman anladı ki, yeniden imar edilmesi gereken Mevlevihaneler aslında Bediüzzaman’ın yapılmasını arzu ettiği Medresetüzzehra’dır. Bütün dünyada her yerde yapılması gereken buydu… Şimdi heybesindeki notlar arasında bulunan “Nur” kelimesini daha iyi anlıyordu… Seyyah sonunda “Her kim aslından uzaklaşırsa, tekrar aslına geri dönmek ister” sözünün de anlamını kavramıştı. Meğer aradığı cevap yanı başındaymış da o gidip nerelerde aramıştı. Şimdi dünyanın her yerinde Medresetüzzehra’lar kuruluyor, bizim seyyah da dünyayı dolanmaya devam ediyor… -SON- |
Geri: herkes aslına dönmek ister
Çarş. Haz. 16, 2010 12:56 pm
|
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz