Forum Magarula
Tasavvufun İslamiliği ve Sünniliği Uyeols10
SİTEMİZE ÜYE OLARAK
1) yorum yazabilir,
2) haber gönderebilir,
3) üye listesine erişebilir,
4) diğer üyelerle yazışabilir,
5) forumlara katılabilir,
6) günlük yaratabilir,
7) ve daha pak çok özeliklerden faydalanabirsiniz,
Magarula forum hayırlı günler diler sevgi ve sagılarımızla
BARKALA

Join the forum, it's quick and easy

Forum Magarula
Tasavvufun İslamiliği ve Sünniliği Uyeols10
SİTEMİZE ÜYE OLARAK
1) yorum yazabilir,
2) haber gönderebilir,
3) üye listesine erişebilir,
4) diğer üyelerle yazışabilir,
5) forumlara katılabilir,
6) günlük yaratabilir,
7) ve daha pak çok özeliklerden faydalanabirsiniz,
Magarula forum hayırlı günler diler sevgi ve sagılarımızla
BARKALA
Forum Magarula
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
"Eskiden iyilik yaparlardı söylemezlerdi. Sonra hem yapmaya hem de söylemeye başladılar. Şimdi ise yapmıyorlar fakat söylüyorlar.* Ömer bin Hâris (Rahmetullahi aleyh)

Aşağa gitmek
admin
admin
kulanıcılar
Tasavvufun İslamiliği ve Sünniliği Shanex10
Tasavvufun İslamiliği ve Sünniliği Shanex10
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 997

Kişi sayfası
imam şamil: 1
https://magarula.forum.st

uyuma Tasavvufun İslamiliği ve Sünniliği

Paz Şub. 12, 2012 7:44 pm

Tasavvufun İslamiliği ve Sünniliği Images59

Tasavvufa taalluk eden meselelerle ilgili merkezi sorular belki de şu kelimelerle ifadesini bulur: Tasavvufun İslâm’daki yeri nedir? Tasavvufi düşünce İslâm’a yabancı doktrinlerden mi gelmiş, yoksa onun içinde mi teşekkül etmiştir?

Tasavvufta dış tesirler varsa bunlar nelerdir ve bunlar İslâm doktrini ile ne derece telif edilmiştir?1 Bu sorulara kim nasıl cevap verirse versin ve bu konuda kim ne söylerse söylesin şu bir gerçektir ki; tasavvuf İslâm’ın ruhudur ve onsuz İslâm düşünülemez. Dolayısıyla tasavvufun kaynağının bizzat kendisi olduğu2 ve bu durumun şüphe götürmez bir hakikati ifade ettiği3 konuyla ilgilenen herkes tarafından dikkate
alınmalıdır.

Her şeyden önce, İslâm tasavvufu, İslâmiyet’in idealini yükseltmiştir.4 İslâm ve onun bağrından çıkan tasavvufi düşünce birbirine tam olarak mutabıktır. İkisi de mutlak karşısında teslimiyeti ifade eder.5 Bütün bunların teorik olarak ispatı elbette önemlidir.

Ancak daha da önemli olan, bu hususun pratik bir gerçeklik ifade etmesidir. Muhtelif asırlar boyunca İslâm ümmetinin yüzde doksanının tasavvufla ilişkisi olmuştur.6 Ayrıca bin yıldan daha fazla bir süredir bütün İslâm memleketlerinde hemen her şehirde cami ile beraber bir tekkenin bir zaviyenin kuruluşuna şahit oluyoruz.7 Bütün bunların İslâm toplumunun pek mühim bir dinî ihtiyacından kaynaklanmadığını söylemek çok zordur.

Asr-ı saadette tarîkat, şeyh, mürit gibi kavramların bulunmamasından yola çıkarak; tasavvufu İslâmî kaynağından tamamen soyutlayan düşünceye şaşırmamak kabil değildir. Bu düşüncenin savunucularına karşı söylenebilecek pek çok söz vardır. Gerçi onların, ‘Değişiklik ve yenilik; gelişme, büyüme ve ilerleme sürecinde olan cemiyetler için kaçınılmazdır.”8 hükm-i umumisini kabullenmek istemeyen kaba

1 Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, s. 16.
2 Türer, Anahatlarıyla Tasavvuf Tarihi, s. 2.
3 Doğrul, a.g.e. , s. 39.
4 Ülken, İslam Düşüncesi: Türk Düşüncesi Araştırmalarına Giriş, s. 27.
5 Ülken, a.g.e. , s. 86.
6 Havva, a.g.e. ,s. 12.
7 Mahir İz, Tasavvuf, Rahle Yay. , İstanbul , 1969, s. 13.
8 Uludağ, “Tasavvuf ve Eser Hakkında”, s. 7.

zihniyetleri, onları söylenecek bütün sözleri peşin bir hükümle reddetmeye yönlendirmektedir. Buna rağmen gerçekleri ifade etmede yine de fayda vardır. Zira hakikatler söylemekle eskimezler.

Evrensellik iddiasında bulunan hiçbir düşüncenin belli kalıplar içinde kalarak değişmeme lüksüne sahip olmadığı daha önce belirtilmişti. Dolayısıyla evrenselliği şüphe götürmeyen İslâm dini de hayata intibak açısından; Allah’ın değişmeyen sünneti kabilinden olan bu sosyal vakıadan nasibini almıştır. Bu, bir bakıma İslâm’ın zamanlara ve mekânlara hükmetmesinden kaynaklanır. Zira muhit ve iklimin ahlak ve seciye
üzerinde çok derin tesirleri olduğundan; herhangi bir inanış doğumundaki vahdet ve insicamı yayılması esnasında katiyen muhafaza edememiştir.1 Binaenaleyh eğer İslâm, Harici zihniyetin tasavvurlarındaki İslâm olsaydı, hicrî birinci asrın ilk yarısı ve Arabistan yarımadası zamanı ve mekânıyla sınırlı kalmak mecburiyetinde olurdu ki, bu durum asla evrensel İslâm dininin niteliği ve gayesiyle bağdaşmaz. Bu yüzden
Müslümanlar devamlı değişmekte olan zamanın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmak, bu ihtiyaçların giderilmesi için dinlerini daha yüksek ve daha verimli bir tarzda tefsir ve tatbik etmekle mükelleftirler.2

Zaten sünnetullah değişmeyen yüzünü göstermiş; on dört asırdan beri pek çok kültür ve medeniyetle komşu olan İslâm dünyası, zaman zaman diğer medeniyetlere ipucu vermiş, ışık tutmuş, yol göstermiş, zaman zaman da belli noktalarda onların tesirine girmiştir.3 Bu durum neticesinde başka sistemlerden birtakım unsurların İslâm cemiyeti bünyesi içinde yer alması hem sosyal bir zaruret, hem dinî bir cevazın neticesidir.4 Zaten çoğunlukla bu unsurlar, başlangıçları nerede olursa olsun, bizim hayatımız içinde birbirleriyle kaynaşarak belli bir hüviyet kazanmışlardır.5 İslâm düşüncesinin bünyesiyle uyuşmayan unsurlar ise; genellikle Müslüman cemaatin eşsiz sağduyusuyla bertaraf edilmek akıbetine mahkûm olmuşlardır.

Yukarıdaki görüşlerden, her yeniliğin makbul olması gerektiği gibi bir sonuç asla çıkarılmamalıdır. Zira İslâm dünyası; Müslüman memleketleri, kana susamış canilerin insafına terk eden Batıni düşünce gibi yeniliklerin, İslâm’ın saf tevhit inancını

1 Balcıoğlu, a.g.e,, s. 106.
2 Eraydın, a.g.e. , s. , 18.
3 Kara, Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi, s. 95.
4 Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, s. 63.
5 Güngör, a.y.

baltalamaya çalışan Müseccime gibi yeniliklerin, etkileri geçmişten günümüze kadar uzanan ve Müslümanların canlarını helal sayan Haricî tavırlar gibi yeniliklerin varlığına da şahit olagelmiştir. Müslüman toplum içinden bütün haramları helal sayan, filozofları peygamberlerden üstün gören, ahireti inkâr eden, hatta hatta kendi peygamberlerinin hanımlarına, çocuklarına ve arkadaşlarına hakaret eden, küfreden hatta işkence edip öldürenler bile çıkmıştır. Herhalde yenilik ve gelişme tabirlerinden anlaşılan mana bu meyanda olmamalıdır.

Tasavvufun İslâmî niteliğinin belki de en ilginç göstergesi, onun eleştiriler karşısında İslâm’a olan benzerliğinde ifadesini bulur. Nitekim tasavvufa karşı yöneltilen eleştirilerin hemen hepsinin bir şekilde İslâm’a da yöneltildiği görülmektedir. Bu eleştiriler neticesinde ise üç farklı tavır ortaya çıkmaktadır: Birinci tavır, hem İslâm’a ve hem tasavvufa karşı yapılan eleştirilere katılan görüştür ki; oryantalistler bu tavrın en önemli temsilcileridir. İkinci tavır ise hem İslâm’a ve hem de tasavvufa yöneltilen ve aslında mahiyetleri aynı olan eleştirilere prim vermeyen insanların tavrıdır. Üçüncü tavır, bu tavırlar arasında ayanen en tutarsız olanıdır. Bu tavra göre aynı mahiyette bulunsa bile İslâm hakkındaki ithamlar katiyetle yanlış iken; tasavvuf hakkında ortaya atılan tüm ithamlar kabul edilmeye mazhardır.

Genel olarak tüm dinlerin, özel olarak İslâm’ın, insanların gayretini öbür dünyaya celp etmek suretiyle terakkiye mani bulunduğunu söyleyen görüşle; tasavvufun Müslümanların dikkatini dünyadan ziyade dünyanın ötesine çekerek Müslümanların geri kalmasına neden olduğunu söyleyen görüş1 birbirine benzemektedir.

1 Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri, s. 40.

A. TASAVVUFUN İSLAMİ KAYNAĞI1

A.I. Tasavvufun Kaynağının İslâmî Olduğunu Belirten Görüşler

Her ne kadar tasavvuf, birbirinden oldukça farklı birçok kaynağa izafe edilmeye çalışılsa da; ortada bir İslâmî tasavvufun bulunduğu muhakkaktır.2 Seyyid Hüseyin Nasr, tasavvufu bir meyveye benzetir ve onun İslâm dininden kaynaklanmış olduğunu şu tasvirle ortaya koyar: “Meyvenin varlığı ağacın köklerini; onu besleyen toprağın içine doğru uzatmış olduğunu ispat eder. Manevi meyve de ancak; kökleri vahy
edilmiş bir hakikate doğru uzanmış bir ağaç üzerinde gözükebilir.”3

Şemsettin Yeşil; tasavvufun İslâmî kaynağını, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği İslâm dininin Hz. Âdem’den bu güne ulaşan evrensel İslâm dininin telkin ettiği hakikatleri inkâr etmemesinden yola çıkarak ispatlamaya çalışır ve şöyle der: “İnsanlar neslen nasıl yekdiğerine mensup ve muttasıl ise, işte fikren de öyledir. Lakin tasavvufta vahdet-i vücud var, esrar var diye onu Hind’den yok İran’dan, şuradan, buradan istiane edilmiş farz etmek kat’iyyen doğru olmaz. Esasen İslamiyet din-i hakikinin İslâmiyet’ten önceki mevcudiyetini inkâr etmiyor. Bilakis bununla beraber tasavvufun memba-ı hakikisi yine İslamiyet iken bu hakikati inkâr ancak araz ile mümkün olur.”4

Esasen tasavvufun İslâmî kaynağını ortaya koyabilmek açısından yapılması gereken en önemli iş, “Tasavvuf nedir?” sorusunu sormaktır. Zira bu soruya verilecek cevaplar, tasavvufun kaynağını açıkça ortaya koyacaktır. Örneğin tasavvufu kalb ve ruh eğitimi ve temizliği olarak ele aldığımız ve onu İslâm’ın içinde incelediğimiz zaman yeri ve kaynağı kendiliğinden ortayla çıkacaktır.5

Tasavvuf, İslâm dininin özü ve ruhu demektir.6 Tasavvuf, Allah’ın rızasına ermek için yine kendisinin gösterdiği yolda O’na doğru seyretmektir.7 Tasavvuf yolu,

1 Tasavvufun İslam kaynağı için bkz: Eraydın, a.g.e., s. 64-72; Kara, Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi, s. 47-
90; Doğrul, a.g.e., s. 6-16; Küçük, a.g.e., s. 33-60; Burckhardt, a.g.e., s. 22; İz, a.g.e., s. 18-22; Esad
Sahmeranî, Tasavvuf: Menşei ve Istılahları, Terc: Muharrem Tan, İz Yay., İstanbul , 2000, s. 55-92.
2 Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, s. 50.
3 Nasr, a.g.e. , s. 118.
4 Şemsettin Yeşil, Kitâbü’t-Tasavvuf, sb. , İstanbul , 1955, s. 80.
5 Kara, Din, Hayat, Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, s. 44.
6 Uludağ, “Tasavvuf ve Eser Hakkında”, s. 11.
7 Havva, a.g.e. , s. 107.

sûfî metodlarıyla Allah’a yakınlaşmayı seçmek anlamına gelir.1 Doğaldır ki, tasavvuf bu anlamda ele alındığında kaynağının İslâmî olduğu hususu katiyetle ortaya çıkmaktadır. Erol Güngör bu bağlamda şöyle söyler: “Tasavvuf, dini sadece kaideler olarak almayıp, onun derunî manasına nüfuz etmeye çalışmak ve dolayısıyla manevi hayatı maddi hayata üstün kılmak, Allah’la kul arasındaki münasebeti iyice
derunileştirmek şeklinde alınırsa, İslâm ile tasavvuf hemen hemen aynı manaya gelir.”2

Tasavvuf şeriata ve nassa dayanan bir sezgiciliktir. Ancak burada çok dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır ki; keşf ve ilham tamamen hür ve müstakil değildir, naslara bağlıdır.3 Tasavvufun sınırlarını belirleyen ve onun İslâmî niteliğini gösteren en önemli özelliklerden birisi de budur. Bu sınır sadece düşünce bazında geçerli değildir. Aynı zamanda bir sûfinin davranışlarının da İslâmî çizgi içerisinde yer
alması tasavvufun zorunluluklarındandır. Zira şeriatın bütün emirlerini yerine getirmeden hakikate erişmek mümkün değildir.4

Sûfilerin İslâmî kaynak olarak en önemli dayanakları hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim’dir. Sûfilerin bir konuyu işlerken ilk önce o konuyla ilgili ayet-i kerimeleri zikredip; konuya o bağlamda yorumlar getirmeleri bir teamüldür (İleriki bölümlerde bu hususa dair bazı örnekler verilecektir, M.S.S.). Bir araştırmacı tasavvufun
Kur’an’la olan ilişkisini şöyle açıklar: “Bütün hakikatler semavi dinlerde, semavi dinlerin bütün hakikatleri Kur’an’da, Kur’an’ın bütün hakikatleri de tasavvufta özetlenmiştir.”5

Tasavvufi düşünceyi Kur’an-ı Kerim’in üzerine bina eden sûfiler zamanla bu mukaddes kitabı kendi düşünceleri ve yaşadıkları haller doğrultusunda izah ve tefsir etmeye başlamışlardır. Bu tefsirlere Îşarî tefsirler adı verilmektedir.6 Ancak tasavvufun İslâmî niteliği bağlamında Îşarî tefsirler de nasların zahir anlamına zıt olmama gibi önemli bir kayıtla sınırlandırılmışlardır.

1 Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, s. 98.
2 Güngör, a.g.e. , s. 66.
3 Uludağ, “Giriş: Kuşeyri’nin Hayatı ve Risalesi”, s. 24.
4 Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu,sb, Ankara , 1972, s. 128.
5 Öztürk, a.g.e. , s. IX, (9).
6 Kara, Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi, s. 61.

Hiç şüphe yok ki tasavvufun birinci menşei Kur’an’dır.1 Fakat Hz. Peygamber’in ve ashabının yaşam tarzı da tasavvufun önemli bir kaynağıdır.2 Mutasavvıflar özellikle nefis terbiyesi ve tezkiyesi metodlarını Resulullah’tan (s.a.v.) miras almışlardır.3 Dolayısıyla mutasavvıfların yaşayışı Hz. Peygamber’in, ondan sonra ashabın terennüm etmiş oldukları lahuti ve semavî nağmelerin tekrarından başka bir şey değildir4 ve tasavvufun temeli itibariyle Hakikat-i Ahmediyye’nin özü olduğunda şüphe yoktur.5

Tasavvufa sadece Kur’an’ı ve sadece sünneti kaynak göstermek, oldukça yetersiz bir tavır olurdu. Çünkü temiz ehl-i sünnet yolu İslâm tarihindeki diğer birçok bid’atçi fırkadan Kur’an ve sünnete aynı anda uyarak ve hatta ashabın yaşayışını da bu önemli kaynakların yanına koyarak ayrılabilmiştir. Nitekim Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat tabirindeki “Cemaat” lafzı ashabın yoluna ve Müslümanların icmaına delalet eder.

Tasavvuf da İslâmî kaynağına ve Sünnîlik niteliğine binaen aynı tavrı benimsemiştir. Tasavvuf konusunda araştırmalar yapan birçok bilim adamı tasavvufun Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet-i Nebevî’ye dayandığını belirtirken;6 bir kısmı da ayrıca ashabın yolunu bu iki kaynağa ilave eder.7

Tasavvufun bu özelliği göz önüne alınınca açıkça ortaya çıkmaktadır ki; Kur’an’ın ve sünnetin rehberliğinden uzak bir şekilde tasavvuftan bahsedenler kendilerine başka isimler ve haklarında başka hükümler aramak zorunda olduklarını bilmelidirler.8

1 Ülken, İslam Düşüncesi: Türk Düşüncesi Araştırmalarına Giriş, s. 88.
2 Ateş, a.g.e. , s. 9-37.
3 Havva, a.g.e. , s. 27.
4 Doğrul, a.g.e. , s. 16.
5 Zaman Gaz., ‘Menşei İtibariyle Tasavvuf’.
6 Abdulvahhab eş-Şaranî, Tabakatü’l-Kübra, Terc: Abdülkadir Akçiçek, Cümle Yay. , İstanbul , 1985, s.
21; Kara, Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi, s. 97; Doğrul, a.g.e. , s. 18; Türer, Anahatlarıyla Tasavvuf
Tarihi, s. 38-39; Küçük, a.g.e., s. 15; Titus Burckhardt, a.g.e. , s. 17; Furat, “Giriş”, s. XXIX, (29);
Fahri, İslam Felsefesi Tarihi, s. 218.
7 Küçük, a.g.e., s. 33; Ateş, a.g.e. , s. 40; Özalp, “Tasavvuf”, s. 395.
8 Şerafettin Gölcük, İslam Akaidi, Esra Yay. , İstanbul , 1977, s. 193.

A.II. Tasavvufun İslâmî Kaynağına Dair Sûfî Sözleri


Tasavvufun kaynağı hakkında söylenen sözlerin en ehemmiyetli olanları şüphesiz; bizzat sûfilerin bu konuda söyledikleri sözlerdir. Doğuşundan itibaren tasavvuf kendisini İslâmî çizgiden çıkartmaya çalışan düşünce ve gruplarla ciddi bir mücadele verdiği gibi, aynı zamanda tasavvufu İslâm’ın dışında görmeye çalışan düşünce ve gruplarla da sürekli bir mücadele halinde bulunmuştur. Bu yüzden sûfiler tasavvufun İslâm’a olan bağlılığını mütemadiyen tekrar mecburiyetinde kalmışlardır. Onların bu konudaki sözlerini bir araya getirmek; belki de binlerce ciltlik bir eserin teşkiline meydan verecektir. Ancak onların konuyla ilgili birkaç sözünü nakletmek meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için oldukça gereklidir.

Zaten tasavvufun asıl kaynağının İslâmî olduğunu ilk söyleyenler, mutasavvıfların bizzat kendileridir.1 Tasavvufu ve sûfileri olduğundan oldukça farklı bir şekilde tasvir edenler bulunmasına rağmen; tarihin tanıklığına ve vicdanın hükmüne danışılarak daha gerçekçi bir betimleme yapılmak istenirse zihinlerde canlanacak tablo aşağı yukarı bellidir. Erol Güngör bu tasviri şöyle yapar: “Büyük mutasavvıfları
düşündüğümüz zaman hatırımıza gelen şey; onların ahlakı, Allah’a karşı samimi duygu ve bağlılıkları ve sahip oldukları birtakım kerametlerdir.2 Her ne kadar sûfilerin kerametleri hemen zihinlerde canlansa da; onlara göre gerçek keramet şeriata uymaktır.3

Sûfilerin İslâm’a bağlılıkları konusunda söylenecek sözü onların ifadeleri ile vermek gerekir. Cüneyd-i Bağdadî tasavvuf yoluna sağ elde Kur’an sol elde sünnet olduğu halde girileceğini söyler.4 Yine o şöyle demiştir: “Bir şahsın şer’i emirler ve yasaklara bağlı olmadığı halde semada bağdaş kurup oturduğunu görseniz dahi ona iltifat etmeyiniz.”5 Bayezid-i Bistamî onun bu sözünü şu şekilde genişletir: “Bir adam
suyun üzerine seccade serse, gökyüzüne bağdaş kurup otursa, şeriatın emir ve nehiy çizgisindeki tavrını görmedikçe ona aldanmayın.”6 Sehl b. Abdullah, ( ö. 283 / 896 )

1 Doğrul, a.g.e. , s. 18.
2 Güngör, İslam Tasavvufu’nun Meseleleri, s. 20.
3 Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 312.
4 Eraydın, a.g.e. , s. 94.
5 Muhammed b. Abdullah Hanî, Âdâb, Terc: Abdülkadir Akçiçek, İstanbul , 1976, s. 211.
6 Ebu Nasr es-Serrac, el-Luma: İslam Tasavvufu, Haz: Hasan Kâmil Yılmaz, Altınoluk Yay. , İstanbul ,
Trs, s. 316-317.


“Kitap ve sünnetin kabul etmediği her türlü vecd ve keşif batıldır.”1 diyerek önemli bir hassasiyete dikkat çeker.

Tasavvuf klasiklerinin yazarı olan büyük sûfiler de İslâmî hassasiyetlere çok ciddi bir tarzda riayet etmişlerdir. Nefsini sorgulama (=muhasebe) konusuna verdiği önemden dolayı Muhasibi lakabıyla anılan Haris b. Esed2, ( ö. 243 / 857 ) muhasebe konusunu anlatmaya şöyle başlar: “Bu konuda Kitap ve Sünnet’teki deliller şunlardır:
…”3 Şu da Muhasibi’nin söylediklerindendir: “Sana iki farz birden zorunlu kılındığı zaman vaktin ikisi birden girmişse; sen, Kitap ve Sünnet’te sana en uygun olanla işe başla.”4

Kûtü’l-Kulûb adlı tasavvuf klasiğinin yazarı olan büyük sûfî Ebu Talib el- Mekkî, ( ö. 386 / 996 ) “Kitap ve sünnetin teyit etmediği fikirleri reddetmek icap eder”5 der. Bu fikirlerden başlıcalarını şöyle zikreder: “Selef’ten nakledildiği üzere bid’atların en büyükleri şu altısıdır: Kaderiyye, Mürcie, Rafızîlik, İbadiye, (Haricilerin bir koludur) Cehmiye ve aşırıya kaçan şatahat ehlinin iddiaları.”6

Kitâbü’l-Luma’nın yazarı Ebu Nasr es-Serrac’a ( ö. 388 / 998 ) göre tasavvufun üç esası şunlardır: Büyük ve küçük bütün haramlardan kaçınmak; kolay ve zor olan bütün farzları ifa etmek; zaruri olan müstesna dünyaya meyletmemek.7

İmam Gazzali’ye göre tasavvuf, dinin hakikatlerine nüfuz edebilmek için tutulacak en iyi yoldur.8 Peki, bu hakikatlerin İslâm dininin belirlediği çizginin dışında olduğu düşünülebilir mi? Tabii ki hayır. Zira yine Gazzali’ye göre esas olan, Peygamber’in (s.a.v.) getirdiği tebliğdir. Yani, Kur’an ve sünnettir. Tasavvufun kendine mahsus ayrı bir hakikatler âlemi mevcut değildir.9

1 es-Serrac, a.g.e. ,( Terc. ), s. 105.
2 Şahin Filiz, “Muhasibi’nin Hayatı”, er-Riaye, Haris el-Muhasibî, Terc: Şahin Filiz , Hülya Küçük,
İnsan Yay., İstanbul, 2004, içerisinde, ss 29-34:30.
3 Haris b. Esed el-Muhasibî, er-Riaye: Nefs Muhasebesinin Temelleri, Terc: Şahin Filiz - Hülya Küçük,
İnsan Yay. , İstanbul , 2004, s. 200-206.
4 Haris el-Muhasibî, er-Riâye li Hukukillah, Tah: Abdulkadir Amed A’tâ, Beyrut, Trs, s. 102.
5 Ebu Talib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulub: Kalplerin Azığı, Terc: Muharrem Tan, İz Yay., 4C, İstanbul, 1999,
C. II, s. 115.
6 Ebu Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb, 2 C, Beyrut,1997, c I, s 339.
7 es-Serrac, a.g.e. , s. 516.
8 Güngör, İslam Tasavvufu’nun Meseleleri, s. 84.
9 Güngör, a.y..

Klasik yazarlarının, tasavvufun İslâmî kaynağını ortaya koymak adına sarf ettikleri sözlerin ardı arkası kesilmez. Son olarak Avârifü’l-Maârif yazarı Şihabüddin es-Sühreverdi’nin şu keskin sözlerini zikretmek konunun anlaşılmasını sağlayacaktır:
“Kitap ve sünnete uygun olmayan, bu ikisinden istifade etmeyen, görüşlerinde bu ikisinden yardım almayan ve onlara dayanmadan olduğu gibi tek başına ortaya çıkan her ilim faziletli değil rezilanedir. Bu gibi ilimlerle insan dünya ve ahirette hafif, aşağılık ve rezil olur.”1

B. TASAVVUFUN SÜNNÎLİĞİ2

B.I. Tasavvufun Sünnîliğini Belirten Görüşler

Tasavvufun Sünnîlik niteliği en az onun İslâmî kaynağı kadar önemlidir. Zira bu durum onun İslâm tarihinde çokça rastlanılan ve Sünnî çerçevenin dışında kalan gruplardan kolaylıkla ayrılabilmesini sağlar. Nitekim tasavvuf ve sûfiyye deyimleri ilk defa Sünnîler tarafından ve saf İslâm ruhani hayatını ifade etmek için kullanılmıştır.3

Müslüman ulema arasında tasavvuf hakkındaki düşmanlıklarını ilk defa gösterenler ise Hariciler; daha sonra İmamiler olmuştur.4 İslâm tarihi boyunca tasavvufi tarîkatlar özellikle Sünnî Müslümanlığın hâkim olduğu bölgelerde Sünnî İslâm akidesine sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır.5 Bu sahanın dışındaki bölgelerde yaşama şansı bulan ve Sünnîlik çizgisinden sapma eğilimine giren tasavvufi tarîkatlar ise Sünnî sûfilerin
düzeltme faaliyetlerine muhatap olmuşlardır. Bu faaliyetlere cevap vermeyen oluşumlar ise Sünnîlik niteliğinin yanı sıra tasavvufilik niteliğini de kaybetmek durumunda kalmışlardır ki; Safevilik bu durumun en dikkat çekici örneğidir.

Tasavvufun Sünnî niteliğini ortaya koymak adına en önemli mücadeleyi verenlerden birisi hiç şüphesiz İmam Gazzali’dir. Onun Sünnî tasavvuf anlayışını (Gerçi Sünnî olmayan tasavvuf anlayışı diye bir şey zaten söz konusu değildir.) yerleştirmek

1 Ebu Hafs Şihâbüddin Ömer es-Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, Beyrut, 1966, s. 30.
2 Tasavvufun Sünnîlik niteliği için bkz: Eraydın, a.g.e., s. 64-72; Uludağ, “Giriş: Kuşeyri’nin Hayatı ve
Risalesi”, s. 20-24; Burckhardt, a.g.e. , s. 15-22; Doğrul, a.g.e. , s. 6-16; Uludağ, “Tasavvuf ve Eser
Hakkında”, s. 14-17.
3 Uludağ, a.g.m. , s. 23.
4 Massignon, “Tasavvuf”, s. 27–28.
5 Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri, s. 39.

üzere çalışan diğer şahsiyetlerden farklı ve orijinal tarafı; İslam’da Sünnîlik ve tasavvuf veya şeriat ile tarîkat diye iki ayrı cereyanı uzlaştırması değil: bu ikisinin bir olduğunu göstermesidir.1

Sünnî sûfilerin heteredoks düşüncelerle ilişkilendirilmesinden rahatsız olan sadece mutasavvıflar değildir. Bazı Sünnî âlimler de zaman zaman tasavvufun Sünnîlik niteliğinin özellikle belirtilmesi gereğine inanmışlardır. Mesela bunlardan biri olan Ömer Nesefî Kitâb fi Mezâhibi’l-Mutasavvıfa isimli küçük eserinde Sünnî sûfilerin özelliklerini anlatır.2 Bunun ardında, tasavvufun Sünnîliğe duyduğu sınırsız ihtiyacın yanı sıra Sünnîliğin de tasavvufa belli bir noktada ihtiyaç duyması gizlidir. Zira tasavvuf Sünnîliğe teorik ve pratik açıdan çok önemli iki fayda sağlamıştır. Gerçekten tasavvuf, imanı sağlam bir temele oturtmak isteyenler için çok faydalı bir vasıta olmuş,hakikati aklın ötesinde ve onun kavrayamayacağı bir âleme aktarmak suretiyle kelamcıların ve felsefecilerin yarattığı zihin karışıklığını kökünden halletmiştir.3 Daha da önemli olanı; Sünnîliğin taarruzlara cevap veremez bir hale gelip güçsüzleştiği zaman ve mekânlarda İmam Gazzali, Abdulkadir Geylanî ve İmam Rabbani gibi şahsiyetler sahneye çıkıp Sünnîliği savunmak adına üzerlerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirmişlerdir.

Tasavvuf şeriata sımsıkı sarılmayı ve edep sınırını gözetmeyi öngörmektedir.4 Dolayısıyla sağlam bir tasavvuf çizgisinin özelliklerinin şunlar olduğu ortaya çıkmaktadır: Ehl-i Sünnet itikadına bağlı bir inanç; sünnete uygun bir ibadet hayatı.5 Bu yüzden ilk sûfiler ve sonraki mutasavvıflar ekseriyetle şeriata ve zahirî ahkâma yüksek seviyede bağlılık göstermişlerdir.6 Sûfiler dinin emir ve yasaklarına kesinlikle uygunluk
içinde ve sürekli ibadet durumunda olmuşlardır.7 İddiaların aksine tasavvufun kesinlikle kendine özgü bir şeriatı yoktur.8

Tasavvuf Sünnîlik mezhebinin en açık tespiti ve en beliğ ifadesi sayılır.1 Belki de bu

1 Güngör, İslam Tasavvufu’nun Meseleleri, s. 80.
2 Ömer Nesefî, “Kitab fî Mezahibi’l-Mutasavvıfa”, Doğuş Devrinde Tasavvuf, Ebubekir Muhammed el-
Kelabazî, Haz: Süleyman Uludağ, Dergah Yay. , İstanbul, 1992, içerisinde, ss 257-263:262.
3 Güngör, İslam Tasavvufu’nun Meseleleri, s. 195.
4 Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 36.
5 Yılmaz, “İslam Tasavvufu: Soru ve Cevaplar”, s. 443.
6 Uludağ, “Tasavvuf ve Eser Hakkında”, s. 14.
7 Burckhardt, a.g.e. , s. 25.
8 Nasr, a.g.e. , s. 120.

yüzden birçok büyük Sünnî âlim tasavvufa intisap etme yoluna gitmiştir. Örneğin Nakşibendî erkânını anlatan Âdâb isimli eserde dört büyük Sünnî mezhebin önemli âlimlerinden bu yola ittiba edenlerden yirmi tanesinin ismi zikredilir.2

Sûfilerin Sünnîliğinin en önemli göstergelerinden birisi de onların, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) arkadaşlarına karşı besledikleri hisleridir. Zira sûfiler sahabenin hepsinin veli olduğuna inanır ve kendilerine gönülden bağlanırlar.3

Ameli tasavvufa ilişkin birçok mesele hakkında da Sünnîlik niteliği aranmıştır.Örneğin mürşidin şeriat hükümlerine vakıf olması gerekliliktir.4 Öyle ki kerametlerde bile şeriata uygunluk aranır.5 Mutasavvıfların beyatı da bu minval üzeredir. Ebu’l-Hasen en-Nedvî bu durumu şöyle tasvir eder: “Mutasavvıfların beyatı; Tevhit, İhlâs, Sünnete uyma, günahlardan tevbe, Allah ve Resulüne uyma üzerine oluyordu.”6

B.II. Tasavvufun Sünnîlik Niteliğine Dair Sûfî Sözleri


Cüneyd-i Bağdadî der ki; “Bizim şu ilmimiz Resulullah’ın (s.a.v.) ilmiyle ayakta duruyor.”7 Şeriatın edeplerine son derece bağlı olan Bayezid-i Bistamî bir şeyh hakkında şunları söyler: “Bu kişi Cenab-ı Peygamber’in adabından birisini dahi tam manasıyla koruyucu değildir. Nasıl iddia ettiği makamı muhafaza edici olabilir.”8

İbrahim b. Muhammed en-Nasrabazî der ki: “Tasavvufun esası, Allah’ın kitabına, Resulü’nün (s.a.v.) sünnetine yapışmaktır.”9 Yine tanınmış mutasavvıflardan birisi olan Şeyh Mahmud Şebusterî ( ö. 725 / 1324 )şöyle der: “Şeriattan bir an gaflete düşersen iki cihanda da dinsiz kalırsın.”10

1 Süleyman Uludağ, “Hucviri ve Keşfü’l-Mahcub”, Keşfü’l-Mahcub: Hakikat Bilgisi, Ali b. Osman
Cüllabî el-Hucvirî, Haz: Süleyman Uludağ, Dergâh Yay. , İstanbul , 1982, içerisinde, ss 13-71:25.
2 Hanî, a.g.e. , s. 15.
3 Uludağ, “Tasavvuf ve Eser Hakkında”, s. 18.
4 Nasrullah Efendi, Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin Buhari, Haz: A.Faruk Meyan, Çile Yay.,
İstanbul , trs, s. 32.
5 Yılmaz, “İslam Tasavvufu: Soru ve Cevaplar”, s. 526.
6 Ebü’l-Hasen en-Nedvî, Gerçek Tasavvuf Rabbaniliktir, Ruhbanlık Değil, s. 101.
7 Abdülkerim el-Kuşeyrî, Risale-i Kuşeyrî, Terc: Ali Arslan, Arslan Yay. , İstanbul , 1980, s. 71;
Abdülkerim el- Kuşeyrî, er-Risale, Tah: Abdulhalim Mahmud, Mahmud b. Eş-Şerif, Mısır, 1966, C. I, s.
107.
8 el- Kuşeyrî, er-Risale, C. I, s. 81.
9 el- Kuşeyrî, er-Risale, C. I, s. 182.
10 Cem, a.g.e. , s. 43.

Şu söz Abdullah b. Menazil’e aittir: “Bir kimse herhangi bir farzı zayi ederse; Cenab-ı Hak onu birçok sünnetin zayi edilmesiyle dener. Sünnetlerin zayi olmasıyla herhangi bir kimse denenirse, bid’atlerle denenmesinden korkulur.”1 Yine Abdullah b. Menazil’e ait olan bu anlamdaki şu söz, sûfilerin Sünnîliğe ve İslâm ahkâmına karşı hissettikleri derin bağlılığı gösteren ilginç bir örnek ve oldukça sert bir ifadedir: “Her
kim Peygamber’in (s.a.v.) sünnetini terk ederse, bil ki; o kimse farzları da terk eder.Çünkü sünneti terk eden bid’atçidir. Bid’atçi cehennemin baş köpeği olur.”2

B.III. Tasavvuf Klasiklerinde Tasavvufun Sünnîliğine Dair Verilen Bilgiler

Erol Güngör, tasavvuf klasiklerinin ilki olan er-Riaye’nin yazarı Haris el-Muhasibi hakkında şunları söylemektedir: “Onun Kur’an ve sünnet dışında hiçbir rehber tanımadığı açıkça görülüyor. Nitekim bir çeşit biyografi mahiyetinde olan Kitâbü’l-Vesaya’sında kendi zamanının inanç kargaşalıklarından uzun uzadıya
bahsettikten sonra; insanı selamete ulaştıracak yolun ancak şeriata tam manasıyla uymak; emir ve nehiyleri sıkı bir şekilde takip etmek ve Peygamber’i (s.a.v.) rehber edinmek olduğunu söylüyor.”3

Kaderiyye’ye mensup olduğu için babasının bile yakasına yapışacak derecede Sünnîliğe bağlı bulunan Muhasibi,4 Kaderiyye, Cehmiyye, Rafıziyye ve Mutezile gibi bid’atçi fırkaların isimlerini şenaatle zikrederek onları sert bir şekilde eleştirir.5

et-Taarruf li Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf adlı eserini, şeriat-dışı mistik akımlara karşı Sünnî tasavvufu savunmak amacıyla kaleme alan Ebubekir Muhammed el- Kelebazî,6 ( ö. 380 / 990 ) İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin el-Fıkhü’l-Ekber adlı risalesindeki İtikadî konuları, aynı zamanda sûfilerin akideleri olarak takdim eder.7

Ayrıca kendisi, Taarruf’un baş kısmında itikada dair birçok konunun sûfilere göre

1 el- Kuşeyrî, er-Risale, C. I, s. 152.
2 Feridüddin Attar, Tezkiratü’l-Evliya, Terc: An. , Erkam Yay. , İstanbul , 1984, s. 190.
3 Güngör, İslam Tasavvufu’nun Meseleleri, s. 72.
4 Filiz, a.g.m. , s. 30.
5 el-Muhasibî, a.g.e. ,s. 244.
6 Uludağ, “Kelabazî ve Ta’arruf”, s. 19.
7 Uludağ, a.g.m. , s. 34.

durumunu açıklar ve sûfilerin bu konulardaki tüm görüşlerinin Ehl-i Sünnet itikadına uygunluğunu detaylarıyla ispatlar.1

Kûtü’l-Kulûb adlı klasiğiyle kendisinden sonraki eser sahibi mutasavvıfları çok ciddi anlamda etkileyen Ebu Talib el-Mekkî, söz konusu eserinde yüzü aşkın yerde ‘selef’ ismini zikreder ve işlediği konularda onların görüşüne öncelik verir.2 Kendisi söz konusu kitabında ehl-i sünnetin faziletlerini anlatmak üzere bir bölüm ayırmıştır.3

Sünnîlik kriterlerine son derece önem veren Ebu Talib el-Mekkî Kur’an ve sünneti önemsemeyen şatahat ehli sûfileri (daha doğrusu sûfî geçinenleri) güvenilmez kişiler olara vasfeder.4 Kur’an ve sünnete ittibayı sadece Sünnîliğin değil aynı zamanda Müslümanlığın bir göstergesi olarak kabul eden Mekki’ye göre bir kişi Müslüman olabilmek için bid’atlere inanmamalıdır.5

Kitabu’l-Luma yazarı Ebu Nasr es-Serrac da şeriat ilmine bağlı bir sûfî idi.6 Serrac sûfilerin Hz. Peygamber’e (s.a.v) uymaları konusuna özel bir bölüm ayırmıştır.7 Serrac’a göre hakiki sûfilerle sahtelerini ayırmak üzere şu kriterler kullanılmalıdır:haramlardan kaçınmak, farzları ifa etmek, dünya perest olmamak.8

Abdulkadir Geylani’ye göre fırka-i Naciye ‘ehl-i sünnet ve’l-cemaat’tir.9 Yine ona göre tasavvuf yoluna giren kimseye, önce sağlam bir itikat sahibi olmak lazımdır.10

Ahmed Yesevî ( ö. 562 / 1166 ) Divan-ı Hikmet’inde Sünnîliğini şöyle izhar eder: “Sünnetlerini muhkem tutup ümmet oldum…”11

Muhyiddin İbn Arabî ( ö. 638 / 1240 ) Fususu’l-Hikem’ine başlarken şu sözleri sarf eder: “Allah’tan dileğim, O’nun yardımından kuvvet alarak başkalarını da kuvvetlendirmek ve Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) temiz şeriatına bağlanmakla beraber

1 el-Kelabazî, a.g.e. , s. 61-125.
2 el-Mekkî, a.g.e. , C.I-II.
3 36. Fasıl (Ehl-i Sünnet ve Tarîkat’ın Faziletleri ve Selef İmamlarının Yolları Hakkındadır), bkz: el-
Mekkî, a.g.e. , C. II, s. 232–244.
4 el-Mekkî, a.g.e. , C.I, s. 263.
5 el-Mekkî, a.g.e. , C. II, s. 246.
6 Hasan Kâmil Yılmaz, “Ebu Nasr es-Serrac ve el-Luma”, İslam Tasavvufu, Ebu Nasr es-Serrac et-Tusî,
Terc:Hasan Kâmil Yılmaz, Altınoluk Yay. , İstanbul , 1996, içerisinde, ss IX-XVI:X.
7 Dördüncü bölüme bkz: es-Serrac, a.g.e. , s. 130-146.
8 Yılmaz, “İslam Tasavvufu: Soru ve Cevaplar”, s. 444.
9 Abdülkadir Geylanî, Ğunyetü’t-Talibin, (brl 2C), Terc: Abdülkadir Akçiçek, Sağlam Yay. , byb, 1991,
s. 263.
10 Geylanî, a.g.e. , s. 1060.
11 Hoca Ahmed Yesevî, Ahmed Yesevî Hikmetler, Terc: Erhan Sezai Toplu, MEB Yay. , İstanbul , 1995,
s. 58.

dindaşlarımı da bu hükümlere bağlamak ve bizi Muhammed (s.a.v.) ümmetinden kıldığı gibi onun has ümmetleri zümresi arasında haşr olunmaktır.”1

Sünnîliğin muhalifleriyle mücadelesinde zorlandığı bir dönemde tarih sahnesine çıkarak Sünnî mücadeleye büyük bir ivme kazandıran İmam-ı Rabbanî, kurtuluş yolunu ehl-i sünnet ve’l-cemaate tabi olmaya bağlar.2 Mektubât’ında toplanan mektuplarıyla çeşitli memleketlerdeki sevenlerine nasihatlerini esirgemeyen İmam-ı Rabbanî’nin öğütlerinden birisi şudur: “Başta lazım olan ehl-i sünnet ve’l-cemaat tarafından tespit edilen itikat esaslarına uygun şekilde itikadı düzeltmektir.”3 Bir başka nasihatinde şöyle der: “Bilmiş olasın ki, mutlaka lazım olan şudur: Ehl-i sünnet ulemasının görüşüne göre itikadını düzeltmek; fıkhi hükümler iktizasınca amel işlemek.”4 İmam-ı Rabbanî bir duasında şu sözlere yer verir: “Allah-u Teala bizlere
sünnet-i seniyye-i Mustafaviye’ye (s.a.v.) tabi olmakla süslenip güzelleşmek nasip eylesin.”5

Tarîkat-ı Aliyye’yi (Nakşibendîlik) ashab-ı kiramın yolu olarak tavsif eden İmam-ı Rabbanî6, tüm kemâlatları Resulullah Efendimize (s.a.v.) uymaya bağlar.7 Şeriata uygunluk konusunda çok titiz olan İmam Rabbanî, tarîkatların amacını şöyle açıklar: “Hakikat ve tarîkat tahsilinden maksat şeriatın tamam olmasıdır, şeriatın dışında bir başka şey için değildir.”8 Müceddid-i Elf-i Sâni (ikinci bin yılın yenileyicisi)
sıfatıyla maruf olan İmam-ı Rabbanî vahdet-i vücûd konusundaki keşiflerinden bahsederken şöyle der: “Keşiflerin tümü, şeriata mutabık olarak geldi. Şeriatın zahirine kıl kadar aykırı bir durum yoktur.”9

İmam Rabbanî’nin ehl-i sünnet ulemasının bazı tasavvuf ehlinden daha faziletli olduğunu belirten şu sözleri, tasavvufun Sünnîlik niteliğine dil uzatanlara verilebilecek en güzel cevap olsa gerektir: “Ehl-i sünnet ve’l-cemaat sayılan zahir âlimleri, bazı amellerde kusurlu olabilirler. Ama itikat cihetinden, dışa nurlu sahih itikat yayarlar.

1 Muhyiddin İbn Arabî, Fususu’l-Hikem, Terc: Nuri Gencosman, MEB Yay. , İstanbul , 1990, s. 20-21.
2 İmam Rabbanî Ahmed Farukî Serhendî, Mektubât-ı Rabbanî, Terc: Abdülkadir Akçiçek, Akit Yay. , 3
C, İstanbul , 1998, C.I, s. 214.
3 İmam Rabbanî, a.g.e. , C. II, s. 89.
4 İmam Rabbanî, a.g.e. , C. I, s. 264.
5 İmam Rabbanî, a.g.e. , C. I, s. 146.
6 İmam Rabbanî, a.g.e. , C. II, s. 60.
7 İmam Rabbanî, a.g.e. , C. I, s. 95.
8 İmam Rabbanî, a.g.e. , C. I, s. 137.
9 İmam Rabbanî, a.g.e. , C. I, s. 61.

Onların ortaya attıkları bu nurlu görüşleri, tasavvuf ehlinin çoğunda bulunmaz. Şundan ki; riyazetleri, mücahedeleri olmasına rağmen zat ve sıfat üzerine sağlam itikatları yoktur.”1 Gerçekten, İmam Rabbanî’nin ehl-i sünnet itikadına sahip olmayı, bütün tasavvufi unsurların üzerinde görmesi hayli manidardır.

Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri ( ö. 1186 / 1772 ) Marifetname isimli önemli eserinde şöyle der: “Hak Teala kendi Resulüne (s.a.v.) uymanızı ve O’nun (s.a.v.) şeriatı caddesiyle eserine gitmemizi emretmiş, habibinin sünnetine aykırı bid’atlerden herkesi menetmiştir.2

Gümüşhaneli Ahmed Ziyaüddin ( ö. 1311 / 1891 ) hazretleri ise tasavvuf- tarîkat adap ve erkânını anlattığı Camiu’l-Usul adlı kitabında şunları kaydeder: “Kim ki şeriatsız hakikate bağlanmaktan söz ediyorsa, o kimse sapıklık içindedir.”3

Son dönem Türk mutasavvıflarından birisi olan Mehmed Zahid Koktu, dört fıkıh imamını (İmam-ı Azam, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel, İmam Malik) ve iki itikat imamını (İmam Maturidî, İmam Eşarî) zikrettikten sonra şöyle der: “Bunlardan başka gerek amelde ve gerek itikatta uyulacak kimseler yoktur.”4

B.IV. Tarîkat Pirleri ve Sünnîlik

Tasavvufun hayata geçirilmesinin yolu olan tarîkatların kurucusu kabul edilen pirleri de, Sünnîliğe duydukları derin bağlılığı söyleyip durmaktan asla imtina etmemişlerdir. Bu zatlar; Sünnî ulemanın meşhurlarından Ömer Nesefi’nin, haklarında “Bunları (Sünnî sûfileri) sevmek Allah ve Resulü’nü (s.a.v.) sevmektir.”5 diye bahsettiği taifenin önderleridir.

İmam Nakşbendi, (ö. 791 / 1389 ) Nakşîliğin kazancının itikadı sağlamlaştırdıktan, emirlere uyduktan, yasak ve çirkinliklerden kaçındıktan sonra elde edilebileceğini, söyler.6 Yine o, kendisine verilen vazifeleri anlatırken şunları belirtir: “Resulullah’tan (s.a.v.) bize ulaşan haberleri aramak ve Sahabe-i Kiram’ın izinde

1 İmam Rabbanî, a.g.e. , C. I, s. 42.
2 İbrahim Hakkı Erzurumlu, Marifetname, Sad: M. Fuad Başar, Kitsan Kit. , İstanbul , Trs, s. 175.
3 Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Veliler ve Tarîkatlarda Usul, Terc: Rahmi Serin, Pamuk Yay.,
İstanbul , 1987, s. 266.
4 Mehmed Zahid Kotku, Tevbe, Seha Neş. , İstanbul , 1992, s. 42-43.
5 Nesefî, “Kitab fi Mezahibi’l-Mutasavvıfa”, s. 262.
6 Erzurumlu, a.g.e. , s. 526.

gitmekle memurdum. Anlatılan sebepledir ki; ulemaya devamlı gittim, hadis-i şerif okudum, Sahabe-i Kiram’ın yolunu izlemeyi öğrendim.”1 Nakşîliğin esasları şunlardır: Sünnet’e uymak, azimetle amel etmek, bid’atten sakınmak, kulluğa devam etmek, Allah’ı sevmek ve Allah’ın (c.c.) muhabbeti cezbesi ile kendini olgunlaştırmak.2

Abdulkadir Geylanî, şeriatın emirlerini tatbik ettiği gibi, İslam akaidinin en ince meselelerini bile gözden kaçırmazdı.3

Desukiyye tarîkatının piri Seyyid İbrahim Burhaneddin Desukî, ( ö. 676 / 1277 ) şeriata son derece kuvvetle yapışmıştır. Bu sebeple tarîkatında şeriattan ayrılmamayı esas ittihaz etmiştir.4 Nitekim ona göre; şeriat asıl, tarîkat da fer’idir.5 Zaten Desukiyye tarîkatında da şeriata bağlılık en önemli prensiptir.6

Her ne kadar bir takım çevrelerce Sünnîliği tartışmaya açılmak istense de; Yesevilik’in piri Ahmed Yesevi, Sünnî bir mutasavvıftır hatta kendisi bir Hanefi fakihidir.7 Onun eserlerinde kesinlikle şeriata mugayir olan ve halkın itikadını şüpheye sokan unsurlar bulunmaz.8

Şazeliyye tarîkatının beş ilkesi vardır. Bunlardan birisi, ‘söz ve fiillerde sünnete tabi olmak’tır.9 Bedeviyye tarîkatının piri Ahmed Bedevi’nin ( ö. 675 / 1202 ) Vesaya isimli manevi vasiyetnamesi mahiyetindeki kitabında işlediği esas konu Kur’an ve sünnete sıkı sıkıya bağlanma nasihatidir.10

1 Hanî, a.g.e. , s. 533.
2 Nasrullah Efendi, a.g.e. , s. 23.
3 Arslan, a.g.m. , s. 10.
4 İz, a.g.e. , s. 163-164.
5 İz, a.g.e. , s. 164.
6 Türer, Anahatlarıyla Tasavvuf Tarihi, s. 194.
7 Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, Selçuk Yay. , İstanbul , 1995, s. 237.
8 Hayati Bice, “Hoca Ahmed Yesevî ve Divan-ı Hikmet Üzerine”, Divan-ı Hikmet, Ahmed Yesevî, Haz:
Hayati Bice, TDV Yay. , Ankara , 1993, içerisinde, ss. IX-XVIII, ( 9-18 ), s. XII, ( 12 ).
9 Türer, Anahatlarıyla Tasavvuf Tarihi, s. 191.
10 İz, a.g.e. , s. 162.


kaynak: http://www.haznevi.net/Derlemeoku.aspx?DID=220
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz