Forum Magarula
HADİS Uyeols10
SİTEMİZE ÜYE OLARAK
1) yorum yazabilir,
2) haber gönderebilir,
3) üye listesine erişebilir,
4) diğer üyelerle yazışabilir,
5) forumlara katılabilir,
6) günlük yaratabilir,
7) ve daha pak çok özeliklerden faydalanabirsiniz,
Magarula forum hayırlı günler diler sevgi ve sagılarımızla
BARKALA

Join the forum, it's quick and easy

Forum Magarula
HADİS Uyeols10
SİTEMİZE ÜYE OLARAK
1) yorum yazabilir,
2) haber gönderebilir,
3) üye listesine erişebilir,
4) diğer üyelerle yazışabilir,
5) forumlara katılabilir,
6) günlük yaratabilir,
7) ve daha pak çok özeliklerden faydalanabirsiniz,
Magarula forum hayırlı günler diler sevgi ve sagılarımızla
BARKALA
Forum Magarula
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
"Eskiden iyilik yaparlardı söylemezlerdi. Sonra hem yapmaya hem de söylemeye başladılar. Şimdi ise yapmıyorlar fakat söylüyorlar.* Ömer bin Hâris (Rahmetullahi aleyh)

HADİS

+3
taha
ercan
kartal
7 posters
Aşağa gitmek
kartal
kartal
kulanıcılar
HADİS Shanex10
HADİS Shanex10
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 109

Kişi sayfası
imam şamil: 12
http://site.mynet.com/imam_samil2008/

uyuma HADİS

Çarş. Mayıs 12, 2010 10:41 am
AF VE MAĞFİRET BÖLÜMÜ.. 2

UMUMİ AÇIKLAMA: 2

GÜNAHLA MANEVÎ MERTEBE KAZANMAK.. 3

KULLUK EDEBİ: 3

TEVBENİN EDEBİ: 3

TEVBENİN MAKBUL OLMASININ DİGER ŞARTLARI 4


AF VE MAĞFİRET BÖLÜMÜ


UMUMİ AÇIKLAMA:


Af ve mağfiret bahsinin günah, tevbe gibi başka bahislerle de ilgisi vardır. Bilhassa günah mefhumu olmak üzere bu tabirlere, geçmiş bahislerde zaman zaman temas edilmiştir. Esasen bunları birbirinden ayrı mütalaa etmek mümkün değildir. Sözgelimi insan günah işleme fıtratında yaratılmıştır, ama tevbe emredilmiştir. Cenab-ı Hakk tevbe edenleri sevmekte ve tevbeleri kabul etmekte, günahkârı affetmektedir. Böylece kul da kulluğunu anlamak suretiyle manevi yükseklik kazanmaktadır.

Şu halde bu mefhumları, İslam'ın bu meseledeki umumi telakkileri çerçevesinde kavramaya çalışmak daha uygun olacaktır. Öyleyse meselenin anlaşılmasını, yaratılışla başlatıp insanın kemaliyle sonuçlanan bir vetire çerçevesinde anlamak gerekecektir.

Yaratılış: İnsanoğlu, hayvan ve melek dediğimiz iki sınıf şuur ve hayat sahipleri arasında orta bir mevkidedir: Hayvanlar, şehvet (arzular) sahibi fakat aklı olmayan bir tabaka teşkil ederler. Akılları olmadığı için davranışlarını tabiî insiyaklarla -ki buna içgüdü diyoruz- yürütürler, bu yüzden sorumlulukları yoktur. Melekler ise, şuur ve hayat sahibi olmakla birlikte şehvetleri yoktur. Onların şerre kabiliyetleri de yoktur.Verilen vazifeleri yaparlar. Dereceleri ne düşer ne de yükselir, hep sâbit kalır. İnsanlar ise, orta bir tabakadır. Hayvanlarla müşterek olan şehvetlere de sahip, meleklerle müşterek olan akla da... Kendisine içgüdüye bedel şeriat verilmiştir, irade verilmiştir. İradesi ile şeriata uyarak aklını o yolda kullanırsa melekleri geçebilir. İradesi ile şehvete uyar aklını o yolda kullanırsa hayvanlardan aşağı düşer. Şu halde Cenâb-ı Hakk insana sonsuzca alçalma ve sonsuzca yükselme imkanı tanıyan bir fıtrat, bir mertebe vermiştir. Yükselmenin yolu, ihtiyar da denen irade-i cüz'iyyesini kullanarak, şuurla dinin emrettiği şeyleri tercih etmekten, aklını bu yolda kullanmaktan geçer. Alçalmanın yolu ise, şeriata değil, şehvetlere uymaktan, aklını o yolda kullanmaktan geçer. İnsanoğlunun bu kaçınılmaz kaderi en veciz şekilde Tîn suresinde beyan edilmiştir: "Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak iman edip de güzel güzel amellerde, bulunanlar başka. Çünkü onlar için kesilmez mükâfatlar vardır" (4-6).

İnsanın, hayır-şer arasında imtihana maruz bir fıtrata sahip olduğunu Gazali şöyle ifade eder: "Şer, insanın yaratılış toprağına katılıp yoğurulmuştur, çok nadir hallerde onu terkeder. Öyleyse insanın gayretlerinin hedefi, hayrını şerrine gâlib kılmak olmalıdır."

Diğer mahluklar arasında böyle bir durumda yaratılan insan, şehvete uymakla şeriata uymak, inanmakla-inanmamak, hayır yapmaklaşer yapmak, iradesini iyi veya kötü istikamette kullanmak arasında imtihan edilecektir.

Bu imtihan onun kaçınılmaz kaderidir. Zira o, ne hayvandır ki, sadece şehvetine tabi olsun, ve ne de melektir ki sâdece hayra va akla tâbi olsun.

İmtihan müddeti, yani hayatı boyunca, insan, kötülük işlemekle imtihanı ebediyyen kaybetmiş olmadığı gibi, iyi iş yapmakla da kurtuluşu garanti etmiş değildir. İyilikten sonra kötülüğe düşebileceği gibi, kötülükten sonra da tekrar iyiliğe geçebilir.

İnsan bu iyilik-kötülük cepheleri arasında bir saat rakkâsesi durumunda olduğu için, Cenâb-ı Hakk tevbe emretmiştir. Kötülük yapınca tevbe etmelidir, Allah tevbeleri kabul eder, affeder, Allah'ın bellibaşlı sıfatları arasında rahmet (kullara acıma) vardır. Tevvâb, yani tevbeleri kabul edici olmak O'nun bir diğer vasfıdır.

Gafûr (günahları örtücü) olmak, Afuvv (bağışlayıcı, cezayı terkedici) olmak gibi, Allah başka sıfatlara da sahiptir.

Şu halde, bu sıfatlarıyla da Cenâb-ı Hakk'ın kullar tarafından idrak edilebilmesi için, o sıfatlarıyla Allah'a müracaatlarımızı gerektirecek hallere düşeceğiz demektir. Tıpkı hastalanınca Şâfi, rızka muhtaç olunca Rezzâk, âciz kalınca Kadîr... isimlerine müracaat ettiğimiz ve o sıfatlarıyla Allah'ı tanıdığımız gibi...

Şu halde günah, Allah'ın, insanlar tarafından bütün sıfatlarıyla tanınmasında zaruri olan vâsıtalardan biridir. İslâm'ın günah görüşünün hristiyanlarınki ile karıştırılmaması gerek. Onlar, insanoğlunun, Hz. Âdem'le Havvâ'nın cennette yasak meyveden yemekle işledikleri günahı tevarüs ettiğine ve bu sebeple günahkar olarak doğduğuna inanır. İslâm böyle demez, "Her insan günahsız doğar ama günah işleyecek fıtrattadır. Büluğa kadar günahsız sayılsa da, günah işlemesi kaçınılmazdır" der. Bu telakkinin devamında, hristiyanlar doğuştan gelen aslî günahtan kurtuluşu vaftiz (hristiyan) olmaya bağlar. İslâm işlenen günahın tevbe ile affedilebileceğini söyler. Ayrıca tevbe doğrudan Allah'a yapılmalıdır, araya hiçbir mahluk konmaz, kişi her zaman her yerde tek başına tevbe edebilir. Şu günah affedilir, bu günah affedilmez diye bir ayırım yoktur. İhlasla, sıdkla, azimle, kesin kararla yapılan tevbe ile en büyük günahlar dahi affedilir. İslâm'a göre en büyük günah, küfür veya şirktir. Küfür ve şirk'ten dönüş, tevhîde geliş demek olan tevbe en makbul tevbedir, mutlaka kabul edilebileceğine inanılan tevbedir. Şu halde İslâm'a göre, af dışı tutulan bir günah yoktur. "...Ey kendilerine kötülük edip (günahta) aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir" (Zümer 53).[1]



GÜNAHLA MANEVÎ MERTEBE KAZANMAK


İslâm'ın günah telakkisinde son derece ehemmiyetli bir nokta var ki, buna diğer dinlerde net olarak rastlamak imkansızdır. Kişi işlediği günahla, Allah'a daha ciddi bir ilticaya, daha ihlaslı bir yönelişe geçebildiği için, işlemiş olduğu günah sebebiyle mânevî yükselişe erebilmektedir. Âyet-i kerîme bu mühim hakikatı "günahların sevaba dönüştürülmesi" diye ifâde etmiştir: "Meğer ki (şirkden) tevbe edip iyi amel (ve hareket)de bulunan kimseler ola. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah gafûr ve rahîmdir" (Furkân 70).

Bu ma'nâyı açıklayan hadîsler var. Bunlardan biri 4142 numarada gelecektir: Resûlullah orada kişinin, yapmakta olduğu güzel ameller sebebiyle "günah işlemiyorum" havasına düşmesini, onun tevbe istiğfar gibi kulluğunu idrak ettirici son derece kıymeli bir ibadetten uzak kalmasına sebep olacağı için, günah işlemekten daha kötü bir ruh hali yani ucûb olarak tavsif etmekte, ümmeti için bundan korktuğunu ifâde buyurmaktadır. Evet, bu dinin sahibi, günah, sevab meselelerinde Allah namına beyanda bulunma yetkisine sahip yegane söz sahibi, Şârî olarak "ucb" un günahtan daha kötü bir şey olduğunu haber veriyor.

Bu, üzerinde durulması, düşünülmesi, hakkıyla anlaşılması gereken bir husustur.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) günahlara karşı mâsum (korunmaya mazhar) olmasına ve hatta Tevbe sûresinde geçmiş ve gelecek günahlarının affedildiği müjdesinin verilmiş olmasına rağmen, günde en az yüz sefer tevbe ettiğini ifade etmiş, günah işlemediği, tevbeye ihtiyacı olmadığı hatırlatılınca da, "Allah'ın çok şükreden (şekûr) bir kulu olmayayım mı?" diye cevap vermiştir. 4143 numaralı hadîsin şerhinde zikri gelecek olan "En hayırlınız, tekrar tekrar günah işlediği halde tevbe edendir" hadisi de burada zikre değer.

Bazı ârifler demişlerdir ki: "Resûlullah, burada, ümmetinin hayırlılarının, işlediği günahın aldatamadığı, Allah'ın affedici olduğunu unutturamadığı böylece tevbe ile O'na dönen kimseler olduğunu haber veriyor." Bazı âlimler de: "Bazı günahlar vardır, mü'min için, birçok ibadetten daha faydalıdır. Böylece, çok tevbe eden biri olur. Tevbeden ayrılmayan kimse ise, bu sayede Allah'ın sevdikleri arasında yer alır. Nitekim âyet-i kerime'de "Muhakkak ki Allah tevbe edenleri sever" (Bakara 222) buyrulmuştur."

Şu halde tevbede herkesin anlayamayacağı bir sır, insanı makbûl kullukta muvaffak eden bir iksir var. Bu sırrı anlayıp da günah lekelerine bulaşmadan tevbeyi kendine şiar edinenler mânevî kazançların bereketine ererler. Bunu idrak edemeyenler, günahlarla kirlendikten sonra bu kirliliğin şuuruna erip, ondan arınmak için tevbeye koşarsa, işte bunlara Cenâb-ı Hakk rahmetiyle yüce mertebeler vaadetmekte ki, bunlardan biri de günahların sevaba dönüşmesidir. Bu nasıl olur? diye tereddüte gerek yok, ilâhî ihbar öyledir, ilâhî rahmet bu kadar geniştir; bize, inanıp teslim olmak, o zanla O'na koşmak gerek. Zira Rab Teâlâ Hazretleri, -bir hadîs-i kudsîde tebliğ edildiği üzere- kuluna, o kulun Allah hakkında beslediği zanna göre muamele edecektir. Öyleyse bize düşen, işlediğimiz günahların sevaba çevrilebileceğine inanarak sıdk ile, ihlas ile, tevbe-i nasuh ile tevbe etmek, yalvarmak, dergah-ı ilahide gözyaşı dökmektir.[2]



KULLUK EDEBİ:


Burada şunu belirtmemiz gerekir: Yukarıda yapılan açıklamaları menfi istikamette anlayıp, bir kısım günahlara fetva yapmak da mümkündür: "Öyle ya, madem günahlar sevaba dönüşebiliyor, önce günah işleyip sonra da tevbe etsek olmaz mı?"

Böyle bir düşünce, her şeyden önce kulluk edebine yakışmaz. Cenâb-ı Hakk'ı imtihan etmek, dinin ahkâmıyla alay etmek, ciddiye almamak gibi birma'nâ taşır. Bu halet-i ruhiye ile işlenen günahların tevbesi makbul olur mu; Cenab-ı Hakk'ın rahmetini celbedebilir mi, garantimiz yok. Zira bir başka âyet-i kerime, affedilecek günahın cehaletle işlenmiş olma şartını zikretmektedir. "Allah, kötülüğü cehaletle (bilmeyerek) yapıp da hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hakîm olandır" (Nisâ 17).

Bu âyetle, daha önce kaydettiğimiz "bütün günahları affeder" âyeti arasında tezat mevcut değildir. Zira orada her çeşit, yani bilerek işlenen günahları da affedebileceği ifade edilmekte ise de bu âyette, cehaletle işlenen günahların affına "garanti" verilmektedir. Ayrıca "tevbe ederim" düşüncesi ile günah işleyen kimse, tevbe etme fırsatı bulabilecek mi, ömrü vefa edecek mi, davranışı gadab-ı ilahiye dokunduğu takdirde Allah kendisine tevbeye dönüş fırsatı verecek mi, bunları da düşünmesi gerekir.

Hangi açıdan bakarsak bakalım, Allah'ın affedici oluşunu gözönüne alarak günah işlemek büyük bir aldanmadır. Kulluk edebine hiç uymamaktadır, böyle bir durumdan Allah'a sığınırız.[3]



TEVBENİN EDEBİ:


Tevbemizin kabul olması hepimizin arzusudur. Bu sebeple âlimlerimiz, âyet ve hadislerde gelen açıklamaları gözönüne alarak makbul tevbenin şartlarını tesbit etmeye çalışmışlardır.

Nevevî hazretleri şöyle der: "Tevbe, lügat olarak dönüş (rucû) demektir. Öyleyse tevbe de günahtan dönüştür. Bu dönüşün (tevbenin) üç rüknü vardır:

* Günahtan kopmak, kesinlikle terketmek.

* Bu günahı işlediğine pişman olmak.

* Bir daha o günahı işlememeye azmetmek, kesin karar vermek."

Nevevî devamla der ki: "Eğer tevbe edilen günah, bir insanın hukukuna karşı işlenmiş ise, bir dördüncü rükün daha var:

* Bu hak sahibi ile helallaşmak."

Nevevî şu kıymetli bilgileri vermeye devam eder: "Tevbenin aslı nedamettir, pişmanlıktır. Bu, onun en büyük rüknünü teşkil eder. Ülemâ, bütün günahlardan tevbe etmenin vacib olduğunda ittifak eder. Ve tevbeyi, günah işler işlemez yapmak gerekir, geleceğe bırakmamalıdır. Günah büyük olmuş, küçük olmuş farketmez. Tevbe, İslam'ın en mühim prensiplerinden te'kid edilmiş esaslarından biridir. Ehl-i Sünnete göre şer'an, Mu'tezile'ye göre aklen vacibtir. Bütün şartlarına uyularak yapılmış olsa bile, Ehl-i Sünnet'e göre, tevbenin kabul edilmesi Allah'a vacib değildir. Ancak Allah'ın kerem ve fazlı ile kabul edeceği umulur. Allah'ın kabul edeceğini Mutezile'nin aksine şeriatla ve icma ile biliyoruz. Bir kimse bir günahına tevbe etse, o günahı, bilahare tekrar hatırlayınca tevbeyi yenilemek gerekir mi; bu hususta Ehl-i Sünnet ihtilaf etmiştir. İbnu'l-Enbarî: "Vacibtir" der, İmamu'l-Harameyn "Vacib değildir" der. Bir kimse bir başka günahta musır olsa bile, bir günahtan yapacağı tevbe sahihtir. Bir kimse bir günaha karşı şartlarına uyarak sahih bir tevbe yapsa, sonra bu günaha tekrar dönse, ona bu ikinci günah yazılır, önceki tevbesini ibtal etmez. İki meseledeki Ehl-i Sünnetin görüşü budur...

Ayrıca, kafirin küfründen tevbesi, kesinlikle makbuldür. Diğer çeşit tevbeler kesinlikle makbul müdür, yoksa zannî midir, Ehl-i Sünnet bu hususta ihtilaf eder. İmamu'l-Haremeyn zannî olduğunu kabul etmiştir. Esahh olan görüş de budur."[4]



TEVBENİN MAKBUL OLMASININ DİGER ŞARTLARI


Yaptığımız tevbenin makbul olması için ülemânın koyduğu dört şartı Nevevî'den naklen kaydettik. Burada şunu da ilave etmemiz gerekmektedir: Tevbe, duanın bir çeşididir. Öyleyse dua bahsinde belirtilen şartlara da tevbe sırasında riayet etmek, tevbemizin makbul olma şansını artıracaktır.

* Önce maddi sadaka vermek.

* Mübarek mekanlarda (Ravza-i Mutahhara, Ka'be, Mescid-i Aksa, camiler, ön saf... gibi) yapmak.

* Mübarek zamanlarda (Ramazanda, Kadir gecesinde, diğer mübarek gün ve gecelerde, cuma gününde, saat-ı icabe'de, her gün seher vaktinde, ilk vaktinde kılınacak farz namazların arkasında, abdest alınca kılınacak iki rekat nafilenin peşinde... vs.) yapmak.

* Tevbeye salavatla başlamak, salavatla bitirmek.

* Kur'an ve hadiste gelen (me'sur) tevbelerle tevbe etmek.

* Abdestli olarak tevbe etmek... vs.[5]



ـ4141 ـ1ـ عن أبي أيوب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولَ اللّهِ #: لَوَْ أنَّكُمْ تُذْنِبُونَ لَذَهَبَ اللّهُ تَعالى بِكُمْ وَخَلَقَ خَلْقاً يُذْنِبُونَ فَيَغْفِرُ لَهُمْ[. أخرجه مسلم والترمذي .



1. (4141)- Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı." [Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da'avât 105, (3533).][6]



ـ4142 ـ2ـ ولمسلم عن أبي هريرة قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ لَمْ تُذْنِبُوا لَخَشِيتُ عَلَيْكُمْ مَا هُوَ أشَدُّ منْهُ، وَهُوَ الْعُجْبُ« .



2. (4142)- Müslim'de Ebu Hüreyre'nin bir rivayeti şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi." [Müslim, Tevbe 9, (2748).]

Rezîn şu ziyadede bulundu: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Nefsim elinde bulunan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun ki, günah işlemediğiniz takdirde ondan daha büyük olan ucb'e düşeceğinizden korkarım." [Bu rivayet, Münzirî'nin et-Terğîb ve't-Terhîb'inde kaydedilmiştir (4, 20).][7]



AÇIKLAMA:



Tîbî der ki: "Hadiste, Allah hususunda aldananların vehmettikleri gibi, günah işlemekte berdevam olanlara teselli mevcut değildir. Zira, Peygamberler aleyhimüsselam, insanları günahlara banmaktan kurtarmak için gönderildiler. Hadis, Allah Teâlâ Hazretlerinin affını, günahkârları tevbeye teşvik için onlara olan mağfiretini beyan etmektir. Öyleyse hadisten murad olan ma'nâ şöyle olmalıdır: Allah Teâlâ, muhsin olanlara vermeyi sevdiği gibi, günahkar olanları da affetmeyi sevmektedir. Buna, Allah'ın birçok ismi delalet eder: "Gaffâr, Halîm, Tevvâb, Afüvv gibi. Yahud, kullarını tek bir şe'n üzere yaratmamıştır, nitekim melekler günah işlemekten uzak olarak yaratıldığı halde, insanlar farklı meyillerle yaratılmıştır. Bir kısmı hevâya meyyaldir, onun gereklerini yapma durumundadır. Allah, bu fıtratta olanları hevaya uymaktan kaçınmakla mükellef kılar ve ona yaklaşmayı yasaklar. Hevâ ile mübtela ettikten sonra tevbeyi öğretir. Eğer ibtilaya rağmen hevaya uymazsa ecri Allah'a aittir. Eğer yolu şaşırırsa, önünde tevbe vardır."[8]



ـ4143 ـ3ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: فىمَا يَحْكِي عَنْ رَبِّهِ عَزَّ وَجَلَّ. قَالَ أذْنَبَ عَبْدٌ فقَالَ: اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي ذَنْبِي. فقَالَ اللّهُ تَعالى: أذْنَبَ عَبْدِي ذَنْباً، فَعَلِمَ أنَّ لَهُ رَبّاً يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأخُذُ بِالذَّنْبِ. ثُمَّ عَادَ فَأذْنَبَ. فقَالَ: أيْ رَبِّ اغْفِرْ لِي ذَنْبِي. فقَالَ اللّهُ تَعالى: أذْنَبَ عَبْدِى ذَنْباً، فَعَلِمَ أنَّ لَهُ ربّاً يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأخُذُ بِالذَّنْبِ. ثُمَّ عَادَ فَأذْنَبَ فقَالَ: يَا رَبِّ اغْفِرْ لِي. فقَالَ اللّهُ تَعالى: أذْنَبَ عَبْدِي، فَعَلِمَ أنَّ لَهُ رَبّاً يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأخُذُ بِالذّنْبِ. اعْمَلْ مَا شِئْتَ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكَ[. أخرجه الشيخان .



3. (4143)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir hadis-i kudsî'de) Rabbinden naklen buyururlar ki: "Bir kul günah işledi ve: "Ya Rabbi günahımı affet!" dedi.

Hak Teâlâ da: "Kulum bir günah işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır."

Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim günahımı affet!" der.

Allah Teâlâ Hazretleri de:

"Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır."

Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim beni affeyle!" der. Allah Teâlâ da:

"Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle muâheze eden bir Rabbi olduğunu bildi. Dilediğini yap, ben seni affettim!" buyurdu." [Buhârî, Tevhid 35; Müslim, Tevbe 29, (2758).][9]



AÇIKLAMA:



1- Âlimler umumiyetle tevbe ile istiğfar arasında bir fark gözetirler ve bu hadisin açıklaması sadedinde bu farkı belirtmeye çalışırlar. İbnu Hacer'den kaydedeceğimiz müteakip nakiller ve yorumlarda bu husus görülecektir.

İbnu Battal demiştir ki: "Bu hadis, günahta ısrar eden kimsenin durumunun Allah'ın meşîetine kaldığını gösterir: Allah dilerse azab verecek, dilerse affedecektir. Affı, onun yaptığı haseneleri galib kılarak olacaktır. O haseneler de kendini affeden ve azab eden bir Rabbinin var olduğuna olan inancı ve buna binaen O'ndan mağfiret dilemesidir. Bu hususa şu âyet delâlet eder: "Kim bir hasene getirirse ona on misli ecir vardır" (En'âm 160). Tevhid'den daha büyük bir hasene yoktur. Denirse ki: "Kişinin Rabbine istiğfarı kuldan vâki olan bir tevbedir." Cevaben deriz ki: "İstiğfar mağfiret talebinden daha ileri bir şey değildir. Onu, bazan günahta ısrarlı olan kimse de, tevbekâr da taleb eder. Hadiste, affedilmesini istediği günahta tevbekâr olduğuna delil yoktur. Zira tevbenin tarifi: Günahtan vazgeçmek, bir daha geri dönmemeye azmetmek ve ondan tamamen kopmaktır. Tek başına istiğfardan bu ma'nâ anlaşılmaz." Başka âlimler de şöyle demiştir: "Tevbenin şartı üçtür: "Günahtan ayrılmak, pişman olmak, bir daha dönmemeye azmetmek." Günahtan vazgeçme tabiri nedamet ma'nâsını ifade etmez, bilakis o, kopma ma'nâsına daha yakındır." Bazı âlimler de: "Tevbede, kendinden günahın vâki olması üzerine nedametin tahakkuk etmesi kafidir, zira, bu (nedamet) ondan kopmayı ve bir daha dönmeme azmini gerektirir. Bu iki şey, nedametten neş'et eder, onunla birlikte bulunan diğer iki asıl değildir. Bu sadedde olmak üzere hadiste "Nedamet tevbedir" hükmü gelmiştir."

Kurtubî, el-Müfhim'de der ki: "Bu hadis, istiğfarın faydasının büyüklüğüne, Allah'ın fazlının büyüklüğüne, rahmetinin, hilminin, kereminin genişliğine delalet eder. Fakat bu istiğfar, günahta ısrar düğümlerini çözen ve nedameti hâsıl eden bir dile mukârin olarak, ma'nâsı kalbte sabit olan istiğfardır. İşte bu, tevbenin tercümesidir. Buna şu hadis şehadet eder: "Hayırlınız günaha düşmüş tevbekârdır." Müfetten'in ma'nâsı, "günahı tekerrür edip[10] tevbe eden kimse" demektir. Yani her ne zaman günah işlerse derhal tevbeye koşan kimsedir. Diliyle "estağfirullah" deyip kalbiyle o günahta ısrar eden değil; böyle birisi, istiğfarı da istiğfara muhtaç olan kimsedir."

İbnu Hacer, bu hususa İbnu Ebi'd-Dünya'nın İbnu Abbâs'tan tahriç ettiği şu merfu hadisi şahid olarak kaydeder: " "Günahtan tevbe eden, günah işlememiş kimse gibidir, günahtan istiğfar edip işlemeye devam eden, Rabbi ile istihza (alay) eden gibidir." Râcih olan şu ki, "Günahtan istiğfar edip..." diye başlayan kısım İbnu Abbâs'ın sözüdür. Evvelki kısım, İbnu Mâce ve Taberânî'de İbnu Mes'ud hadisi olarak kaydedilmiştir. خِيَارِكُمْ كُلُّ مُفَتَّنٍ تَوَّابٍ hadisini de Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs'te Hz. Ali'den kaydetmiştir. Kurtubî der ki: "Bu hadisten elde edilen fâide şudur: "Günaha tekrar bulaşmaya yönelmek, tevbeyi bozmak olması haysiyetiyle ikinci sefer işlenen günah her ne kadar yeni başlamaktan daha kötü ise de, tevbeye avdet, onu ilk defa yapmaktan daha iyidir, çünkü tevbeye ikinci kere meyil, kerim olan Allah'tan talebe devam ve istediğinde ısrar ve O'ndan başka affedicinin olmadığını itiraftır." Nevevî de şunu söyler: "Hadiste şu hüküm vardır: Günahlar, yüz kere, hatta bin ve daha çok kere tekrar edilse de kişi her seferinde tevbe etmişse tevbesi makbuldür. Veya bütün günahlardan bir tek tevbe ile tevbe etse yine de tevbesi sahihtir.

2- Hadisin sonunda geçen "Dilediğini yap..." ibaresinin ma'nâsı: "Günah işlemeye devam edip arkadan da tevbe ettikçe seni affederim" demektir. Kitabu'l-Ezkar'da er-Rebî İbnu Haysem'in şu sözü kaydedilmiştir: "Estağfirullah ve etubu ileyhi (Allah'tan mağfiret diliyor, O'na tevbe ediyorum)" deme. Bu söz, yapmadığın takdirde yalan ve günah olur. Bilakis şöyle söyle: "Allahümmağfir lî ve tüb aleyye. (Allah'ım, beni mağfiret et ve bağışla.)" Nevevî der ki: "Bu güzeldir, ancak estağfirullah demenin mekruh olması ve bunu "yalan"la tesmiye muvafık olmaz. Zira, estağfirullah'ın ma'nâsı Allah'ın mafiretini taleb ediyorum demektir, bu yalan olamaz." İbnu Hacer, bu meselede Nevevî'ye değil, er-Rebî'ye hak verir ve "Tevbe edip de tevbesini yerine gtirmemek Rebînin dediği üzere "yalan"dır der. Ayrıca Rebî'nin sadece estağfirullah kısmını değil her iki lafzı da kasdetmiş olmasının muhtemel olduğunu ve sözünün tamamının sahih olduğunu belirtir.

3- İstigfar'la da ilgili olarak İbnu Hacer şu açıklamayı kaydeder:"es-Sübkî el-Kebîr'in, Hulbiyat'ında gördüm, diyordu ki: "İstiğfar, mağfiret talebidir, bu lisanla veya kalble veya her ikisiyle de olur. Birincisi faydalıdır, zira söylemek sükuttan hayırlıdır, hem de dil hayırlı söze alışır. İkincisi de cidden faydalıdır. Üçüncü ise, her ikisinden daha faydalıdır, ancak kalb ve lisan, tevbe olmadıkça günahı temizleyemezler. Zira günahta musır olan âsi mağfiret diler de, bu, ondan tevbenin de olmasını gerekli kılmaz." Sübkî, sözünü şöyle noktalar: "İstiğfarın "tevbe"den farklı bir ma'nâ taşıdığı hususunda söylediğim söz, kelimenin vaz'edilişi itibariyledir. Ancak pek çok âlim nazarında gâlib olan husus estağfirullah lafzının tevbe ma'nâsında olduğudur. Öyleyse kimin inancı böyle ise, bu kimse şüphesiz estağfirullah'la tevbe murad ediyor demektir."

Sübkî son olarak der ki: "Bazı âlimler, "Tevbenin, istiğfâr olmadıkça eksik olacağını, tamam olması için mutlaka istiğfar da gerektiğini söylerler ve bu kanaatlerine şu âyeti delil gösterirler: "Rabbinizden mağfiret dileyin ve Ona tevbe edin ki..." (Hud 3).[11]



ـ4144 ـ4ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يَقُولُ اللّهُ تَعالى: يَا ابنَ آدَمَ، إنَّكَ مَا دَعَوْتَنِي وَرَجَوْتَنِي غَفَرْتُ لَكَ عَلى مَا كَانَ مِنْكَ وََ أُبَالِي، يَا ابنَ آدَمَ لَوْ بَلَغَتْ ذُنُوبُكَ عَنَانَ السَّمَاءِ ثُمَّ اسْتَغْفَرْتَنِي غَفَرْتُ لَكَ وََ أُبَالِي يَاابْنَ آدَمَ إنَّكَ لَوْ أتَيْتَنِي بِقُرَابِ ا‘رْضِ خَطَايَا ثُمَّ لَقَيْتَنِي َ تُشْرِكُ بِي شَيْئاً َتَيْتُكَ بِقُرَابِهَا مَغْفِرَةً[. أخرجه الترمذي.»والعنانُ« السحاب، وقيل ما عنّ لك منها. أى ظهر.»وقُرَابُ ا‘رض« ما يقارب ملئها .



4. (4144)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâlâ Hazretleri diyor ki: "Ey âdemoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey âdemoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım." [Tirmizî, Da'avât 106, (3534).][12]



ـ4145 ـ5ـ وعن جندبَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: قَالَ رَجُلٌ وَاللّهِ َ يَغْفِرُ اللّهُ لِفَُنٍ. وَإنَّ اللّهَ تَعالى قَالَ: مَنْ ذَا الَّذِي يَتَألَّى عَليَّ أنْ َ أغْفِرُ لِفَُنٍ. فَإنِّي قَدْ غَفَرْتُ لَهُ وَأحْبَطْتُ عَمَلَكَ[. أخرجه مسلم.و»التَّألِّي« الحلف واليمينو»إحباطُ العَمَلِ« إبْطَاله وترك الجزاء عليه .



5. (4145)- Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir adam: "Vallahi Allah falancayı mağfiret etmiyecek!" diye kesip attı. Allah Teâlâ Hazretleri de: "Falancaya mağfiret etmiyeceğim hususunda yemin eden de kim? Ben ona mağfiret ettim, senin amelini de iptal ettim!" buyurdu." [Müslim, Birr 137, (2621).][13]



AÇIKLAMA:



Nevevî der ki: "Hadiste, Ehl-i Sünnet'in, Allah affetmek isteyince, tevbesiz de günahı affedebileceğine dair görüşüne delil vardır. Mutezile ise, bu hadisle büyük günahların ameli ibtal edeceğine istidlal etmişlerdir. Ehl-i Sünnet, amelin ancak küfürle düşeceğine hükmetmiştir. Bu hadisteki adamın amelinin ibtali meselesi "seyyiatının mukabili olarak düşmüştür de, mecazi olarak ibtal diye isimlenmiştir" şeklinde te'vil edilmiştir. Ehl-i Sünnet, ayrıca, adamın küfrü gerektiren bir başka amelin cereyan etmiş olma ihtimalini de ileri sürmüştür. "Mamafih, bu haber bizden önceki şeriatlerin birine aittir ve o şeriatte hüküm böyledir (büyük günahlar da ameli iptal ederdi)."[14]



ـ4146 ـ6ـ وَعَنْ أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسولُ اللّهِ #: كَانَ فى بَنِي إسْرَائِيلَ رَجَُنٍ مُتَوَاخِيَانِ أحَدُهُمَا مُذْنِبٌ وَاŒخَرُ

فِي الْعِبَادَةِ مُجْتَهِدٌ. فَكَانَ الْمُجْتَهِدُ َ يَزَالُ يَلْقى اŒخَرَ عَلى ذَنْبٍ. فَيَقُولُ: أقْصِرْ. فَوَجَدَهُ يَوْماً عَلى ذَنْبٍ. فقَالَ: أقْصِرْ. فقَالَ: خَلِّنِي وَرَبِّي، أبُعِثْتَ عَليَّ رَقِيباً؟ فقَالَ لَهُ: وَاللّهِ َ يَغْفِرُ اللّهُ لَكَ، أوْ قَالَ َ يُدْخِلُكَ الْجَنَّةَ. فقَبَض اللّهُ أرْوَاحَهُمَا فَاجْتَمَعَا عِنْدَ رَبَّ الْعَالَمِينَ. فقَالَ الرَّبُّ تَعالى لِلْمُجْتَهِدِ: أكُنْتَ عَلى مَا فِى يَدَيَّ قَادِراً؟ وَقََالَ لِلْمُذْنِبِ: اذْهَبْ فَادْخُلِ الْجَنَّةَ بِرَحْمَتِي، وقَالَ لِŒخَرِ: اذْهَبُوا بِهِ إلى النَّارِ قَالَ أبُو هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: تَكَلّم واللّهِ بِكَلِمَةٍ أوْ بَقَتْ دُنْيَاهُ وَآخِرَتَهُ[. أخرجه أبو داود.ومعنى »أوْبقت« أهلكت .



6. (4146)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Benî İsrail'de birbirine zıd maksad güden iki kişi vardı: Biri günahkârdı, diğeri de ibadette gayret gösteriyordu. Âbid olan diğerine günah işerken rastlardı da: "Vazgeç!" derdi. Bir gün, yine onu günah üzerinde yakaladı. Yine, "vazgeç" dedi. Öbürü:

"Beni Allah'la başbaşa bırak. Sen benim başıma müfettiş misin?" dedi. Öbürü: "Vallahi Allah seni mağfiret etmez. Veya: "Allah seni cennetine koymaz!" dedi. Bunun üzerine Allah ikisininde ruhlarını kabzetti. Bunlar Rabbülâlemînin huzurunda bir araya geldiler. Allah Teâlâ Hazretleri ibadette gayret edene: "Sen benim elimdekine kâdir misin?" dedi. Günahkâra da dönerek: "Git, rahmetimle cennete gir!" buyurdu. Diğeri için de: "Bunu ateşe götürün!" emretti."

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) der ki: "(Adamcağız Allah'ın gadabına dokunan münâsebetsiz) bir kelime konuştu, bu kelime dünyasını da, âhiretini de heba etti." [Ebu Dâvud, Edeb 51, (4901).][15]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, amele güvenmemek gereğinde canlı bir örnek sunmaktadır. Yapılan hayırlı amellere rağmen nasıl bir sonla karşılaşacağını kimse bilemez. Keza şer üzere olan kimselere karşı da peşin hükümlü olmamak, onların da hayırlı bir sonla bahtiyarlar zümresinden olabileceğini nazar-ı dikkate almak gerekmektedir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir Müslim hadisinde "Kendisinden başka ilah olmayan zata yemin olsun, biriniz cennet ehlinin amelini işler işler, cennetle arasında bir zira'lık bir mesafe kala, kader galebe çalar, ateş ehlinin amelini işleyiverir ve ateşe gider. Biriniz cehennem ehlininin amelini işler işler, cehennemle arasında bir zirâ mesafe kala kader galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işler ve cennete girer."

Şu halde dinimizde amele güvenmemek, ölünceye kadar, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinden ümid, gadabından da korku üzere olmak esastır. Âlimler, kesinlikle "cennetliğim" veya kesinlikle "cehennemliğim" demeyü büyük günahlardan addetmişlerdir. Bir başkası hakkında verilecek hüküm de böyle. Kimse hakkında kesinlikle "cennetliktir", "cehennemliktir" gibi kesin hüküm verilemez. Bu gayba âşinâlık iddası olur. Dinimizde kesinlikle cennetlik olduğu belirtilen belli sayıda insan vardır, onlara Aşere-i Mübeşşere (on müjdelenmişler) denir.

Şu halde sadedinde olduğumuz rivayet, bu islâmî prensibi tesbit ve takrir etmektedir.[16]



ـ4147 ـ7ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: كَانَ رَجُلٌ يُسْرِفُ عَلى نَفْسِهِ فَلمَّا حَضَرَهُ الْمَوْتُ قَالَ لِبَنِيهِ: إذَا أنَا مِتُّ فَأحْرِقُونِي ثُمَّ اسْتَحْقُونِي ثُمَّ ذَرُّونِي فِي الرِّيحِ. فَوَاللّهِ لَئِنْ قَدَرَ عَليَّ رَبِّي لَيُعَذِّبَنِي عَذَاباً مَا عَذَّبَهُ أحَداً. فَلَمَّا مَاتَ فُعِلَ بِهِ ذلِكَ. فَأمَرَ اللّهُ ا‘رْضَ فَقَالَ: اجْمَعِي مَا فِىكِ مِنْهُ. فَفَعَلَتْ: فَإذَا هُوَ قَائِمٌ. فَقَالَ: مَا حَمَلَكَ عَلى مَا فَعَلْتَ؟ فَقَالَ: مَخَافَتُكَ يَا رَبِّ. فَغَفَرَ لَهُ بِذلِكَ[. أخرجه الثثة والنسائي.



7. (4147)- Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir adam vardı, (günah işleyerek nefsine zulmetmekte) çok ileri idi. Ölüm gelip çatınca oğullarına dedi ki: "Ben ölünce, cesedimi yakın, külümü iyice ezin ve rüzgarın önünde saçın, Allah'a yemin olsun, eğer Rabbim beni bir yakalarsa hiç kimseye vermediği azabı verir!"

Ölünce, bu söylediği ona yapıldı. Allah da arz'a emrederek:

"Sende ondan ne varsa bana toplayıver!" dedi. Arz da topladı. Adam ayakta duruyordu. "Sen böyle bir vasiyeti niye yaptın?" diye Rabb Teâlâ sordu.

"Senden korktuğum için ey Rabbim!" cevabını verdi. Allah Teâlâ hazretleri bu cevap üzerine onu affetti." [Buhârî, Tevhid 35, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 25, (2756); Muvatta, Cenâiz 51, (1, 240); Nesâî, Cenâiz 117, (4, 113).][17]



AÇIKLAMA:



1- Hadis Buhârî'de çeşitli vecihlerde gelmiştir ve her vechinde bir kısım farklılıklar mevcuttur.

2- Hadiste, adamın "Rabbim beni bir yakalarsa" (kelimesi kelimesine "Rabbim beni yakalamaya muktedir olursa" demesi, ölümden sonra dirilme hadisesini ve hatta, Allah'ın kudretini inkar ma'nâsı taşıdığı halde, bu adamın aff-ı ilahiye mazhar olması, ülemânın münakaşasına sebep olmuştur. Hattâbî şöyle der: "Adam dirilmeyi inkar etmiyor. Cahillik sebebiyle zannetti ki, kendine böyle yaparsa bir daha geri dönmeyecek ve azab görmeyecek. Nitekim bunu Allah'ın korkusundan yaptığını söylemekle imanını izhar etmiş olmaktadır."

İbnu Kuteybe der ki: "Mü'minlerden bir kısmı bazı sıfatlarda yanılırlar, bundan dolayı onlar tekfir edilmezler."

İbnu'l-Cevzî bu görüşü reddeder ve: "Kader sıfatının inkarı ittifakla küfürdür. Allah beni yakalamaya muktedir olursa" sözünün ma'nâsı, daraltmaktır. Nitekim فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ âyetinde de böyledir: "Allah kimin rızkını daraltırsa.." demektir" diye tevil eden de olmuştur" der.

Bazıları bu kimsenin Fetret devrinde olması sebebiyle imanın bütün şartlarını bilmeyeceği, bu sebeple bazı yanılgılara düşebileceği bizim açımızdan ciddi bir hata sayılabilecek yanlış sözler söyleyebileceği, bütün bunlara rağmen tekfir edilemeyeceği hususunu belirtmişlerdir.

Bazı âlimler, ye'sin dehşetinden ve üzerinde korkunun galebe çalmasıyla aklının gitmiş olacağından dolayı yanlış kelam ve davranışlara düşebileceği, o yanlış sözleri kasden, ifade ettiği ma'nâda söylemediğini, içinde bulunduğu halet icabı gaflet, zühul ve unutma gibi, sahibinin muâheze edilemeyeceği bir vasatta söylemiş olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu meyanda "O şahsın şeriatinde kâfirin de mağfirete mazhar olmasının caiz olması" gibi kabulü mümkün olmayan tevile bile yer veren olmuştur.

Hadiste, anlatılan vak'anın, işlenen günah ne kadar büyük bile olsa Allah'ın rahmetinden ümid kesilmemesi gerektiği hakikatının herkesçe anlaşılabilecek ve zihinlerde kolayca yer edebilecek canlı bir temsil, bir mizansen üslubuyla anlatılmış olması da ihtimalden uzak değildir. Muhtevaya bu açıdan bakınca temsilde hata olmaz prensibiyle detaya değil, maksada hasr-ı nazar edilir ve bir kısım tekellüflü tevillere gerek kalmaz.[18]



ـ4148 ـ8ـ وعن أمّ الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سَمِعْتُ أبَا الدَّرْدَاءِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَقُولُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: كُلُّ ذَنْبٍ عَسَى اللّهُ أنْ يَغْفِرَهُ إَّ مَنْ مَاتَ مُشْرِكاً، أوْ مُؤْمِنٌ قَتَلَ مُؤْمناً مُتَعَمِّداً[. أخرجه أبو داود .



8. (4148)- Ümmü'd-Derdâ (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh)'ı işittim. Demişti ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim, şöyle buyurdu: "Müşrik olarak ölenle, bir müslümanı haksız yere öldüren hariç, Allah bütün günahları affedebilir." [Ebu Dâvud, Fiten 6, (4270).][19]



AÇIKLAMA:



Bu hadis, uzunca bir rivayetten bir parçadır. Hadisin zahiri, bir mü'mini meşru bir sebep olmadan taammüden (bile bile, kasıdla) öldüren kimsenin mağfirete mazhar olamayacağını ifade etmektedir. Nitekim bu ma'nâyı teyid eden âyet-i kerime de var: "Kim bir mü'mini taammüden öldürürse onun cezası ebedî kalacağı cehennemdir" (Nisa 93). İşte bu, İbnu Abbâs'ın görüşüdür. Ancak selefin cumhuru ve Ehl-i Sünnetin tamamı âyette gelen hükmü tağlize hamlettiler ve katilin tevbesinin de diğer günahkârların tevbesi gibi sahih olacağını söylediler. Ve dediler ki: "Cezası cehennemdir" sözünün ma'nâsı, "Hak Teâlâ'nın "Allah kendisine şirk koşanı affetmez, bunun dışında dilediğini affeder" âyetine temessüken (uyarak), dilerse onu mükâfatlandırır" demektir. Bu hususa delil doksandokuz kişiyi öldürüp sonra tevbe için râhibe gelince, "Bunun tevbesi yok" cevabı üzerine onu da öldürüp yüze tamamlayan İsrailli katildir. Bu durum, bu ümmetten öncekiler için sâbit olursa, kendinden önce mevcut olan birçok ağır teklifler üzerinden kaldırılmış olan bu ümmet için evleviyetle mevcuttur."

Yani, âlimler getirdikleri açıklamalara dayanarak bu hadisin zâhiriyle amel etmezler, teviliyle amel ederler.[20]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/527-529.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/529-530.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/530-531.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/531-532.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/532.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/533.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/533.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/533-534.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/534-535.

[10] Müfetten: Münâvî, bu kelimeyi: "Allah tarafında günaha imtihan edilen, sonra tevbe edip sonra günaha dönen, sonra tekrar tevbe eden" diye açıklar.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/535-537.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/537-538.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/538.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/538.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/539.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/539-540.

[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/541.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/541-542.

[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/542.

[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/543.
ercan
ercan
kulanıcılar
HADİS Shanex10
HADİS Shanex10
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 92

Kişi sayfası
imam şamil: 12

uyuma Geri: HADİS

Paz Mayıs 16, 2010 7:10 am
Mü'minlerin emîri Ebü Hafs Ömer ibni Hattab radıyallahu anh, Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim, dedi:

"Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah'a ve Resülü'ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah'a ve Resülü'ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir."[1]

Açıklamalar :

"Yapılan işler niyetlere göre değerlenir" hadisi, insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile yakından ilgili ve son derece önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebü Davud, Tirmizî, Darekutnî gibi büyük alimler, bu hadisle, İslamiyet'in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmam Şafiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. İmam Buharî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir.

Şimdi niyetin ne olduğunu görelim:
Niyet, bir işi Allah rızası için yapmayı kalbden geçirmektir. İş ya kalble, ya dille veya diğer organlarla yapılır. Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir. Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır.

Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur.

Ameller yani yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin malım meşru olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile olur.

Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir.

Dil bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. Çünkü Allah Teala bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir.

Abdullah İbni Ömer'in alim ve zahid oğlu Medine'nin yedi fakihinden biri olan Salim, halife Ömer İbni Abdülaziz'e yazdığı mektupta şöyle demişti:

"Şunu iyi bil ki, Allah Teala'nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah'ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah'ın yardımı da o kadar azalır."

Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurguluyor: Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır. İnsanların takdir ve teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem de insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur. Yapılan işleri Allah katında değerli kılan bizim ihlas ve samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah rızası için yapmış olmamızdır. Mesela insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekat vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat gösterişi aklından geçirmeyen bir mü'minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği bir yerde namaz kılıp zekat vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle bir mü'min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış olur.

İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misalle ortaya koymuştur. Bu hadis-i şerife göre kıyamet gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teala ona ne yaptığını sorduğunda:

- Senin uğrunda çarpıştım, sehid edildim, diyecek. Fakat Cenab-ı Hak ona:
- Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur'an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.
- İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızanı kazanmak için Kur'an okudum, diyecek. Allah Teala ona:
- Yalan söyledin. İlmi, sana alim desinler diye öğrendin. Kur'anı ise, güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Hadis-i şerifin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, "cömert adam" desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir.[2]

Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır:
Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir. Mesela yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir.

Hadis-i şerifimizde "Kimin niyeti Allah'a ve Resülü'ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah'a ve Resülü'ne hicret sevabıdır" buyuruluyor. Hicret, bir şeyi terketmek demektir. Allah Teala'nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel manada hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz:

"Muhacir, Allah'ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir" buyurur.[3]

Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kafirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslam yurduna göçmek demektir. Hz. Peygamber ile ashabı, Mekke'den Medine'ye bu maksatla göçmüşlerdir. Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ue sellem'in söylemek istediği şudur:

Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece Allah'ın rızasını kazanmayı ve Resülullah'ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbul olmuştur; Allah ve Resulü'ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor görünse bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz. Bu gerçeği Allah Teala şöyle belirtmiştir:

"Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun ahirette bir nasibi olmaz". [4]

Bu hadis-i şerifin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu anlatılır:

Sahabîlerden biri, Ummü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine'ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahabîye, niyeti ciddi ise Medine'ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder. Mekke'deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o sahabî Ümmü Kays'la evlenmek arzusuyla Medine'ye hicret etmek zorunda kalır. Bu durumu bilen sahabîler, Ümmü Kays'ın muhaciri anlamında "Muhaciri Ümmü Kays" diye takıldıkları o zatın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadis-i şerifle meseleye açıklık getirerek herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir.

Hadisten Öğrendiklerimiz:

1. Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi niyetle başlamak gerekir.
2. Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu ayrıca dille söylemek şart değildir.
3. Allah rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap kazanılamaz.
4. İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için dini kullanmamalıdır.
5. İhlas, niyet sağlamlığı demektir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buharî, Bed'ü'1-vahy l, İman 41, Nikah 5, Menakıbu'l-ensar 45, İtk 6, Eyman 23, Hiyel l; Müslim, İmaret 155. Ayrıca bk. Ebü Davud, Talak 11; Tirmizî, Fezailü'l-cihad 16; Nesaî, Taharet 60; Talak 24, Eyman 19; İbni Mace, Zühd 26
[2] Müslim, İmare 152
[3] bk. 1569 nolu hadis
[4] Şura süresi (42), 20


kubacami webteam
taha
taha
kulanıcılar
HADİS Shanex10
HADİS Shanex10
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 105

Kişi sayfası
imam şamil: 12
http://site.mynet.com/imam_samil2008/

uyuma selam

Perş. Mayıs 20, 2010 5:37 am
gerçekten süper ellerinize sağlık bilgi sunmaya devam edelim
muhteşem
muhteşem
kulanıcılar
HADİS Shanex10
HADİS Shanex10
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 120

Kişi sayfası
imam şamil: 12
https://magarula.forum.st/forum.htm

uyuma Geri: HADİS

Paz Mayıs 30, 2010 11:41 am
ALLAH cc razı olsun emeğinize sağlık
yasemin
yasemin
kulanıcılar
HADİS Shanex10
HADİS Shanex10
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 164

Kişi sayfası
imam şamil: 12
http://site.mynet.com/yasemin199908/

uyuma Geri: HADİS

Çarş. Haz. 02, 2010 6:52 pm
HADİS Icon_cheers vay babamı alkışlayın spr olmuş
imam şamil
imam şamil
kulanıcılar
HADİS Shanex10
HADİS Shanex10
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 123

Kişi sayfası
imam şamil: 12
https://magarula.forum.st/forum

uyuma Geri: HADİS

Paz Haz. 06, 2010 10:11 pm
ALLAH cc razı olsun faydalandık emeğinize sağlık HADİS Icon_cheers
Ertugrul
Ertugrul
kulanıcılar
HADİS Shanex10
HADİS Shanex10
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 63

uyuma Geri: HADİS

Ptsi Haz. 07, 2010 2:17 pm
ALLAH razı olsun gerçekten harika olmuş HADİS Icon_razz
muhteşem
muhteşem
kulanıcılar
HADİS Shanex10
HADİS Shanex10
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 120

Kişi sayfası
imam şamil: 12
https://magarula.forum.st/forum.htm

uyuma Geri: HADİS

Salı Haz. 08, 2010 3:38 pm
Hazirlayan: Ömer Faruk
Suheyb'den (r.a) Rasulullah'in (s.a) söyle buyurdugu rivayet edilmistir: Sizden önceki milletlerden birinde bir hükümdar ve onun bir sihirbazi vardi. Sihirbaz ihtiyarlayinca hükümdara: "Ben yaslandim, bana bir genç gönder de ona sihir ögreteyim" dedi. Hükümdar ona sihir ögretecegi delikanliyi gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir rahib vardi. Yola çiktiginda onun yaninda oturup sözlerini dinlerdi. Rahibin sözleri hosuna giderdi.
Sihirbaza giderken rahibe ugrar, onunla bir süre otururdu. Sonra sihirbaza varinca da, adam delikanliyi döverdi. Bu durumdan rahibe sikayet edince rahip "Sihirbazdan korktugunda, beni ailem alikoydu; ailenden korktugun zaman da beni sihirbaz birakmadi dersin" dedi. O hal üzere gidip gelirken bir gün geçenlerin yolunu kesen büyük bir vahsi hayvanla karsilasti. Kendi kendine "Büyücü mü yoksa rahib mi daha faziletli bugün ögrenecegim " dedi. Bir tas aldi ve "Allahim! Eger rahibin isi sana sihirbazin isinden daha sevimli ise su hayvani öldürüver ki halk yoluna devam etsin" diyerek elindeki kaya parçasini atti ve canavari öldürdü. Halk da geçip gitti.
Bunun üzerine delikanli rahibe gelerek olup bitenleri haber verdi. Rahib de ona, "Oglum bugün sen benden daha üstünsün. Senin durumun kemale ulasti. Fakat yakinda imtihandan geçeceksin. Bir belaya ugrarsan benim adimi verme" dedi.
Bu çocuk anadan dogma körleri, Alaca (Bars) denilen cilt hastaliklarini iyilestiriyor ve daha birçok hastaliklara yakalananlari tedavi ediyordu. Bu durumu kralin yakin dostlarindan olan kör biri duydu. Çesitli hediyelerle delikanlinin yanina gelerek, "Eger beni iyilestirirsen bunlarin hepsi senin" dedi. Delikanli adama; "Ben hiçbir kimseyi iyilestiremem. Sifayi ancak Allah verir. Eger sen Allah'a iman edersen O'na dua ederim. O da sana sifa verir" dedi. Adam hemen Allah'a iman etti. Allah da ona sifa verdi.
Sonra bu adam hükümdarin yanina gitti. Önceden oldugu gibi onun yanibasina oturdu. Hükümdar ona, "Sana gözlerini kim iade etti?" dedi. Adam "Rabbim" dedi. Kral "Senin benden baska bir rabbin mi var?" dedi. Adam "Benim Rabbim de, senin Rabbin de Allah'dir" dedi. Bunun üzerine hükümdar o adami tutuklatti. Çocugun yerini söyleyinceye kadar kendisine iskence yaptirdi. Bunun üzerine delikanli hükümdarin huzuruna getirildi. Kral delikanliya, "Oglum! Senin sihrin, anadan dogma körleri, abraslari (bars hastaligina tutulanlari) iyi edecek dereceye ulasmis, söyle söyle yapiyormussun öyle mi?" dedi. Delikanli: "Ben hiçbir kimseye sifa vermiyorum. Sifayi ancak Allah veriyor" dedi. Bunun üzerine kral onu da tutuklatti ve devamli iskence ettirdi. Sonunda rahibin adini söyledi. Hemen rahib getirildi. Kendisine "Dininden dön" denildi. O reddetti. Bunun üzerine hükümdar testere istedi. Testereyi basinin ortasina gelecek sekilde rahibin tepesine koydular. Testere basini ikiye ayirdi. Arkasindan hükümdarin yakin dostunu getirdiler. Ona da "Dininden dön" dediler. Reddedince onun da tepesine testereyi yerlestirip, basini ortasindan ikiye ayirdilar. Sonra da delikanliyi getirdiler. Kendisine "Dininden dön" dediler. Reddedince, kral onu adamlarindan bir gruba teslim etti. Onlara "Bunu falan dagin tepesine çikarin, dagin tepesine varinca dininden dönmezse onu assagiya atin" diye emir verdi. Onlar da onu götürdüler,daga çikardilar. Çocuk, "Allah'im, diledigin sekilde beni onlara karsi koru" dedi. Bunun üzerine dag sarsildi. Onlar da dagdan assagi yuvarlandilar. Çocuk yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar ona "Yanindakilere ne oldu?" diye sordu. Delikanli hükümdara "Allah beni onlara karsi korudu" diye cevap verdi.
Hükümdar yine onu kendi adamlarindan bir gruba teslim etti. "Bunu büyük bir gemiye bindirin, denizin ortasina götürün. Dininden dönmezse onu denize atin" dedi. Onu götürdüler. Delikanli dua ederek "Allah'im nasil dilersen beni onlara karsi koru" dedi. Bunun üzerine gemi onlarla beraber alabora oldu, hepsi boguldular. O yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar "Yanindakilere ne oldu" diye sordu. Delikanli hükümdara "Allah onlara karsi beni korudu" dedi ve krala, "Sana emredecegimi yerine getirmedikçe beni öldüremeyeceksin" dedi. Kral, "Nedir o?" dedi. Delikanli su cevabi verdi, "Halki bir alana topla, beni de bir hurma dalina as, sonra ok torbamdan bir ok alarak, yayin tam ortasina yerlestir. Daha sonra, 'Delikanli'nin Rabbi olan Allah'in adiyla' de. Sonra da at. Böyle yaparsan beni öldürürsün."
Bunun üzerine hükümdar halki bir meydanda topladi. Onu hurma dalindan asti. Sonra ok torbasindan bir ok aldi. Oku yayin ortasina koydu. Sonra "çocugun Rabbi olan Allah'in adiyla" diyerek oku üzerine atti. Ok delikanlinin sakagina saplandi. Çocuk elini sakagina koyup öldü. (Bu durumu gören) halk "Delikanlinin Rabbi'ne iman ettik" dedi.
Kralin adamlari yanina vararak ona, "Gördün mü korktugun seyi? Vallahi korktugun sey basina geldi, halk iman etti" dediler. Bunun üzerine kral derhal sokak baslarinda hendekler kazilmasini emretti. Hendekler açildi. Içlerinde atesler yakildi. Hükümdar, "Her kim dininden dönmezse onu zorla hendege atin. Ya da kendilerine haydi hendeklere atlayin denilsin" diye emir verdi. Adamlari da dedigi gibi yaptilar. Nihayet kucaginda bebegi ile bir kadin atesin önüne geldi. Kadin duraklayip atese düsmekten çekindi. Kucagindaki "Ey annecigim sabret. Çünkü hak din üzeresin" dedi. [(30) Müslim; Kitab'uz-Zühd ve'r-Rekaik, 3005, Tirmizi.]
Açiklama


Imam Nevevi bu hadisin açiklama kisminda bir çok noktalara deginiyor ve hadisten önemli hükümler çikariyor. Biz bunlardan önemli gördügümüz birinin üzerinde duracagiz: Hak yolda yürürken bütün zorluklara sebat göstermek ve hakki ortaya koymaktan bir an bile geri durmamak. Gerçi mümin ölümle karsi karsiya geldigi anda kalbindeki imani muhafaza etmek sartiyla iki siktan birini seçmekte serbest birakilmistir. Ammar b. Yasir küfrü söylerken Bilal-i Habesi "Ahad, Ahad" diyerek hakki ilan etmeyi tercih etmistir. Allahu Teala onlarin her ikisinden de razi olsun. Fakat daha serefli olani, mübarek olani hak yolda yürürken zorluklara, acilara sabir göstermek ve hakki ortaya koymaktan bir an bile tereddüt etmemektir. Hadistekine benzer bir olay Kur'an-i Kerim'in Buruc suresinde anlatilmakta. Tek suçlari, bir olan Allah (c.c)'a kulluk etmek olan müminler topluca içinde alevli atesler bulunan hendeklere atiliyorlar. Onlar da kundaktaki çocugun gösterdigi sabri gösterip ölümü tercih ediyorlar. Allahu Teala gösterdikleri bu üstün teslimiyetten dolayi onlari yüce kitabinin temiz sayfalarinda aniyor. Bundan daha büyük seref olabilir mi acaba? Biz müslümanlar, bir kismimiz, bolluk ve rahatlikla imtihan ediliyoruz. Gerçi müslümanlari bir vücudun azalari gibi düsünürseniz, acilar içinde kivranmamiz gerekli ama maalesef daha bir vücudun azalari gibi degiliz. Allah (c.c) bizleri de yeryüzündeki diger müslümanlari imtihan ettigi gibi zorluklarla imtihan ederse, eger sabrimizin (imanimizin) derecesini ölçmek isterse ne yapariz? "Böyle bir sinava hazir miyim?" sorusunu her müslüman kendine sormali. Allah (c.c) hakimdir ve en dogrusunu bilendir.
anadolu dergisi, 1992 yaz sayisi
ALINTI
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz